PELİN AKDEMİR / BURSAPORT
Marmara Denizi'nin çevresel durumunu iyileştirmek ve müsilajın tekrarını önlemek için ‘2021-24 Marmara Denizi Bütünleşik Stratejik Planı’ hazırlanmış, Marmara Denizi özel çevre koruma bölgesi ilan edilmişti. 22 maddelik eylem planının 14 tanesi kirlilik yükünün azaltılmasıyla ilgiliydi.
Fakat aradan geçen sürede Marmara Denizi’nin kirliliğinde iyileşme olmadı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği eski Bakanı Mehmet Özhaseki de 27 Haziran’da yapılan Marmara Deniz Eylem Planı Koordinasyon Kurulu 4. Toplantısı’nda “Eğer eylem planımız doğru ve kararlı bir şekilde uygulanmazsa, müsilaj gibi ekolojik bir felaket kapıda bekliyor” ifadelerini kullandı.
Marmara Yaşasın Grubu’ndan Levent Büyükbozkırlı, kamuya açıklanan verilerin yetersiz olduğunu belirterek, 2021 yılından itibaren Marmara Denizi üzerine topladıkları verileri paylaştı.
Marmara Yaşasın Grubu’ndan Levent Büyükbozkırlı
‘MARMARA’NIN AŞIRI ISINMANIN NEDENİ KİRLİ OLMASI’
22 maddeden oluşan eylem planının 14 maddesi kirlilik yükünün azaltılması ile ilgiliydi. Şu anda Marmara Denizi’nin kirliliği ne durumda?
Kirliliğin ardında yatan yapısal nedenler kabul edilmediği ve bunları gidermeye yönelik adımlar atılmadığı için Marmara denizinde kirliliğin her geçen gün arttığını söyleyebiliriz. Bunun en belirgin göstergesi, Marmara’da son 50 yıl içinde çok ciddi bir oksijen kaybının olması. Canlıların yaşayabilmesi için oksijen seviyesinin 1 litrede en az 5 miligram olması lazım. 1970 yılında yüzeyin yarım metre altında suda çözünmüş oksijen miktarı 1 litrede 8.4 miligram, 10 metre altında 8.3 miligram, 50 metre altında ise 5.3 miligram. Yani 1970 yılında, deniz yüzeyinden 50 metre derinliğe indiğinizde biyolojik yaşam için gerekli oksijen bulunabiliyor. 2018 yılında ise deniz yüzeyinin yarım metre altında çözünmüş oksijen miktarı 4.9 miligram. 10 metre derinlikte 2.5 miligrama, 50 metre derinlikte ise 0.9 miligrama düşüyor. Artık deniz yüzeyinden yarım metre aşağıya indiğinizde çoğu deniz canlısının yaşayabilmesi için gerekli olan oksijen mevcut değil.
Oksijen kaybının yanında bir de Marmara’nın aşırı ısındığı söyleniyor. Sıcaklık artışı, iklim krizine bağlı olarak mı gerçekleşiyor?
Akdeniz havzasındaki diğer denizlerin ortalama sıcaklık artışları yaklaşık 1 derece civarında iken, aynı dönemde Marmara Denizi’ndeki sıcaklıkta 2,5 derecelik artış yaşanıyor. Marmara Denizi evsel atık sular, ağır metalleri de kapsayan endüstriyel atık sular, derelerle denize taşınan tarımsal gübreler, gemi balast sularıyla denize taşınan kirleticiler, tersanelerden salınan atık sularla artık o kadar kirlendi ki denize yapılan deşarjlara bağlı olarak oluşan aşırı miktardaki askıda katı madde, suyun ışık geçirgenliğini azaltıyor ve suda bulanıklığa neden oluyor. Sudaki bulanıklık güneş ışınlarının geri yansımasını engelliyor. Marmara’nın etrafındaki denizlerden 1,5 derece daha fazla ısınmasını iklim kriziyle değil, deniz suyu içinde biriken askıda katı maddeyle açıklayabiliriz. Özetle bunun nedeni denizin aşırı kirli olmasıdır.
Marmara Yaşasın Grubu, denizdeki kirliliğe dikkat çekmek için pek çok eylem yaptı.
‘İSTANBUL’DAN MARMARA’YA GÜNLÜK 1,96 MİLYON METREKÜP ATIKSU HİÇ ARITILMADAN BOŞALTILIYOR’
Marmara Denizi’nin kirlenmesine sebep olan birçok unsur var fakat en çok kirleten sebep nedir?
Evsel atık sular kirliliğin başlıca nedeni olabilir. Müsilajın oluşumuna sebep olan fitoplanktonların besin maddesi olan azot ve fosfor da evsel atık sularda bulunuyor. 2021 yılı verilerine göre tüm Marmara’daki evsel ve endüstriyel atık suların yüzde 67’si İstanbul’dan geliyor. 2021 yılı İSKİ verilerine göre, İstanbul’un günlük atık su debisi 4,1 milyon metreküpken, 2023’de 4,5 milyona yükseliyor. 2021’de atık suların yüzde 39’u toplam 10 adet ileri biyolojik arıtma tesisinde arıtılırken, yüzde 60’lık kısmı olan 2,4 milyon metreküp, 8 adet tesiste sadece sözde ön arıtmaya tabi tutulmaktaydı, yani karbon, azot, fosfor arıtımı yapılmadan denize veriliyordu. 2023’de ise İstanbul’dan günlük yüzde 44’lük kısmı olan 1,96 milyon metreküp hiç arıtılmadan Marmara’ya verildi. Geri kazanım oranı ise 2023 yılında 80 bin metreküple yani yüzde 1,8’de kaldı.
Ayrıca şunu da vurgulamak isterim ki, deniz ekosistemi için çok zehirli kimyasalları, ağır metalleri bulunduran endüstriyel atık suların ne oranda arıtıldığına, her gün Marmara’ya ne kadar endüstriyel atık suyun ulaştığına dair elimizde veri yok. Ancak Dilderesi’nden Nilüfer’e, Ergene nehrine kadar Marmara’ya dökülen tüm nehirlere bakarsak endüstriyel kirliliğin devasa boyutlarını çıplak gözle algılayabiliriz. Bunlar arasında özellikle Ergene havzasındaki binlerce fabrikayı barındıran organize sanayi bölgelerinin yeterince arıtamadıkları endüstriyel atık sularını Marmara’ya verdikleri Ergene derin deniz deşarjının Marmara ekosisteminde yol açacağı yıkımlar çok endişe verici. Tarımsal gübrelerin Marmara’ya karışması olgusunda da benzer bilgi noksanlığı söz konusu.
‘SANAYİ TESİSLERİ ATIKSULARINI İSKİ’NİN EVSEL ATIKLARINA VERİYOR’
Bu veriler İstanbul Belediyesi’nin atık suyun arıtılmasında çalışmalarını gösteriyor. Bu çalışmalar işe yarıyor mu?
İSKİ’nin hedefi, Marmara Denizi’ne açılan Anadolu ve Avrupa yakasındaki artıma tesislerinin tamamını ileri biyolojik arıtmaya çevirmek fakat boğaz girişinden ve boğazdan yapılacak deşarjlarda ön arıtmayla yetinmek veya en fazla biyolojik arıtmaya geçirmek. Biyolojik arıtmayla sadece karbonu arıtıyorsunuz, azot ve fosforu ise ileri biyolojik arıtmayla ayrıştırabiliyorsunuz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ‘atık suların tamamını arıtıyoruz’ diyor ama bu doğru değil. Tıpkı yıllardır dile getirilen ‘derin deniz deşarjıyla atık suların, konveyör vazifesi görecek alt akıntıyla boğazdan geçerek sonsuz seyreltmeye uğrayacağı ve Karadeniz’in ölü olduğu iddia edilen dip sularına ulaşacağı’ söyleminin bir safsatadan ibaret olması gibi. Marmara’da yaşayan tür çeşitliliğinde ve üretimi yapılan balık miktarında büyük azalma, az önce bahsettiğimiz suda çözünmüş oksijen miktarında dramatik düşüş, azot ve fosfor oranlarındaki, ağır metal miktarındaki büyük artışlar ve sonuç olarak 2021’deki müsilaj tüm eylem planlarının lafta kaldığını, bunların göz boyamadan öteye gitmediklerini ortaya koyuyor.
İstanbul’da sanayi tesisleri belli bir arıtmadan sonra kendi atık sularını İSKİ’nin evsel atık su hatlarına veriyorlar. Sanayi atık sularını şirketlere kolaylık olsun diye kanalizasyon atık sularına karıştırıyorsunuz. Yeterince arıtılmadan evsel atık sulara karıştırılan kimyasal atık sular, ileri biyolojik arıtma tesislerindeki bakterileri etkisiz hale getirerek, biyolojik arıtmanın verimini düşürürler. Hiç olmaması gereken bir uygulama.
‘MARMARA İLERİ BİYOLOJİK ARITILMIŞ ATIKSULAR İÇİN DAHİ ALICI ORTAM OLAMAZ’
Sadece İstanbul değil, Marmara Bölgesi’ndeki bütün belediyeler ne yapmalı? Çünkü Gönen, Nilüfer, Dilderesi gibi nehirler, arıtılmadan boşaltılan evsel ve endüstriyel atıksular yüzünden Marmara Denizi’ne 'çok kirli su' kategorisine ulaşıyorlar.
Belediyeler, en iyimser yaklaşımla evsel atık sular için ileri biyolojik arıtmaya geçerek çözüm bulmaya çalışıyorlar fakat bu çözüm değil aslında. Marmara Denizi, yapısından dolayı derin deniz deşarjına kesinlikle uygun değil, zira bir iç deniz olduğu için durgun sularıyla daha çok bir haliç özelliği taşıyor ve bu nedenle seyreltme kapasitesi çok düşük. Kısaca, Marmara Denizi ileri biyolojik arıtılmış atık sular için dahi alıcı ortam olamaz.
Peki bu kadar atık su nereye boşaltılacak?
Ergene havzasındaki OSB’lerde uygulandığı gibi bir organize sanayi bölgesinde bütün fabrikalar için ortak bir arıtma tesisi devreye aldığınızda, farklı tesislerin farklı kimyasallar içeren atık sularını tam olarak arıtmak mümkün değildir. Bu nedenle her fabrika kendi atık suları için arıtma tesisini kendisi kurmalı ve arıttığı atık suyu geri dönüşüme vererek kullanmaya devam etmeli. Fabrikaların yeraltı ve yerüstü sularını pervasızca tüketip, kirlettikleri suyu Marmara’ya göndermeleri kabul edilemez.
Evsel atık sulara gelirsek yapılması gereken suyun tekrardan kullanılabilir hale getirilmesi. 'Milyonlarca metreküp suyu nerede kullanacağız' diye sorulabilir. Bu noktada sorunun asıl sebebine geliyoruz. 25 milyon insanı barındıran Marmara Bölgesi’nde kentleşme konusunda hata üstüne hata yapılmış. Kısa vadeli bir çözümün olacağına inanmıyorum. Deniz üzerindeki müsilajın hızla temizlenmesi gibi görünüşü kurtarmaya çalışan uygulamalar ancak sorunun halının altına süpürülmesine ve giderek derinleşmesine yol açar. Dolayısıyla bütün mega projeler durdurulmalı, İstanbul’a veya Marmara’ya olan göç engellenmeli, inşaat furyası durmalı. Başta İstanbul olmak üzere Marmara’nın hem sanayi hem de nüfus açısından hafiflemesi lazım.
‘HASSAS SU KÜTLESİNE ZARAR GÖRECEĞİNİ BİLE BİLE DEŞARJ YAPMAK YASA DIŞIDIR’
Marmara Denizi’nin tüm kıyı şeritleri ‘hassas su kütlesi’ olarak ilan edildi. Hassas su kütlesi olan yerlere kanuna göre 'arıtma yapılamaz' deniyor. Yani şu an belediyeler atık suları Marmara’ya vererek yasa dışı bir işlem mi yapıyor?
Atık su kontrol yönetmeliklerine, Özel Koruma Bölgesi statüsüne, hassas su kütlesi tanımına baktığımızda Marmara’ya yapılan deşarjların yasa dışı olduğu sonucuna varıyorum. Kasım 2021’de Marmara Denizi ve Adalar “Özel Çevre Koruma Bölgesi”, Aralık 2021’de Marmara Denizi tüm kıyı şeridini kapsayacak şekilde 'hassas su kütlesi' ilan edildi. Hassas su kütlesi ilan edilen bölgelere yapılacak deşarjlar, atık su kontrol yönetmeliklerine göre alıcı ortamın taşıma kapasitesini aşmamalıdır. Aslında hassas su kütlesi ilanı, oradaki ekosistemin ağır bir şekilde sakatlandığının itirafıdır. Marmara Denizi için farklı kimyasalların deşarjına yönelik bir hesaplama yapıldığına dair bilgi kamuyla paylaşılmadı. Sonuç olarak özel koruma altındaki hassas su kütlesine ekosistemin zarar göreceğini bile bile deşarj yapmak yasa dışı bir uygulamadır.
Bütün bu saydıklarımızın sonucunda Marmara’da balık türlerinde azalma olduğunu biliyoruz. Şu an hangi balık türleri var?
Marmara’da 1900’lerin başında 124 tane ticari balık türü bulunurken günümüzde 4-5 türe düşmüş durumda. İstavrit gibi küçük balıklara ek olarak palamut, lüfer gibi gezgin balıklara rastlanıyor. Fakat istavrit gibi balıklarda vibrio türü bakteri teşhis edildi. Bu bakteri, istavritlerde hastalığa yol açıyor ve boylarının gelişmesini engelliyor. Onları yiyecek olan lüfer, palamut gibi balıklarda da enfeksiyona yol açabilir ve balıklar göç sırasında bu hastalığı Akdeniz ve Karadeniz’e taşıyabilirler.
Balıklarda görülen bu bakteriyel hastalık insanlara geçiyor mu?
MAREM (Marmara Çevresel İzleme) proje lideri hidrobiyolog Levent Artüz’ün 2021 yılındaki yorumlarına göre pişirilen balıklarda insana yönelik bir tehlike saptanmadı. Ancak yine de tedbirli olmak ve vibrio türü bakteriler yoluyla hastalığın başka balıklara ne ölçüde yayıldığını araştırmak gerektiğini düşünüyorum.