Büyükaşık: Toplum intihar edeni ötekileştiriyor

Erinç Büyükaşık, ‘Hep Uzak’, ‘Sınırlar Kapalı’ ve ‘Dehlizler ve Rüyalar’ öykü kitaplarının ardından ‘Murat Ka’nın Çoğul Tarihi’ romanı ile okurlarıyla buluşuyor. Kitabında Murat Ka'nın ve Esma'nın intiharını anlatan Büyükaşık, "Toplum intihar edeni ötekileştiriyor. Makbul ölümlerden saymıyor" diyor.

Haber Giriş Tarihi: 08.09.2022 23:45
Haber Güncellenme Tarihi: 08.09.2022 23:45
https://www.bursaport.com

PELİN AKDEMİR / BURSAPORT

Erinç Büyükaşık, ‘Hep Uzak’, ‘Sınırlar Kapalı’ ve ‘Dehlizler ve Rüyalar’ öykü kitaplarının ardından ‘Murat Ka’nın Çoğul Tarihi’ romanı ile Mart ayında okurlarıyla buluştu. ‘Murat Ka’nın Çoğul Tarihi’; intihara sürükleyen psikolojik rahatsızlıkların bireyselliğini anlatmasının yanı sıra toplumsal ve güncel olayları da eleştirel bakış açısıyla irdeliyor. İntiharların arkasında konuşulmayanlar var. Büyükaşık, konuşulmayanları okurlarına anlatıyor.

-Murat Ka’nın Çoğul Tarihi’nde bir kişinin psikolojik sorunlarını okuyoruz. Murat Ka’nın çocukluğuna giderken Freud’un kuramından da yararlandınız mı?

Freud özellikle elektra ve odiupus kompleksi bağlamında çocukluktan başlayarak hepimizin öykülerinde derinlerimizde varlığını hissettiriyor açıkçası. Murat Ka üzerinden ele aldığımızda romanda bilinçaltımızın bir haritasını çıkarma niyetim oluştu aslında. Bu haritayı geçmiş-gelecek ve travmalarımız açısından kendi coğrafyanın dile gelişi olarak görmek de mümkün. Kuşkusuz taşranın, beyaz yakalılığın, geçmişin bugün bizlere bıraktıklarının yansıdığı bir kişisel portre olarak da görebiliriz roman kahramanlarını. Birbiriyle kesişen ve de hayli toplumsal açmazlar yaşayan kahramanların neredeyse cinnet haline varan duygu durumları tam da Freud okumalarının edebiyata bir kılavuz olabileceğini de gösterdi aslında.

-Bir kişinin hayatını okurken güncel olayları da takip ediyoruz. Öfkeli politikacılar, tutuklu gazeteciler, kaybolan çocuklarını arayan anneler hikâyeden bağımsız olarak yer alıyorlar. Güncel olayların Murat Ka’nın hayatındaki yeri neydi?

Aslında hayatın içindeki her ayrıntının ne derece politik ve toplumsal bir arka planı olduğunu görmek gerekiyor. Güncele yenilmemek niyetiyle yazarın anlatı evrenindeki her eylem, olayları dizisi ülkenin toplumsal tarihine ve politik bağlamına da işaret eder sonuç olarak. Murat Ka’yı bugünün beyaz yakalısı olarak irdelediğimizde taşradan metropole akan hayatların aslında geçmişe dair birçok çatışmayı, kişisel yüzleşmeyi kültürel ve dinsel kodları peşi sıra yine kentin dehlizlerine taşıdığını görebilmek gerekiyor. Bu açıdan yakın dönem ülke tarihinin bireyler tarihi olduğunu ve bireysel çatışmanın toplumsal bir hesaplaşmaya dayandığını görmek gerekiyor. Belki de kentler kalabalıkların yalnızlıkları kadar, geçmişleriyle zaten taşralı bir izlek barındırıyor sürekli.

-Dini hikayelere ders vermesi amacıyla mı ironi olarak mı kitapta yer verdiniz?

Menkıbelerin yer alması aslında anlatı evreninde meselden romana geçen evreye bir gönderme sayılabilir. Yaşadığımız coğrafyanın kıssalarla, mesellerle beslendiğini düşünürsek temelde dünden kalanları bugüne edebi miraslar olarak taşıdığımız da ortada. Dilin ve kültürün bir miras olduğu gerçeği ışığında bir yandan ironik yaklaşımla bir yandan da geçmiş metinlerle temas etme niyetiyle bunu gerçekleştirmeye çalıştım. Aslında hepimiz kendi kıssalarımızı çağdaş dünyaya bir şekilde aktarıyoruz veya taşıyoruz belki de. Kültürel kodlarla, inanç kodlarıyla gerçekleştiriyoruz bunu.

-Kitabınızda birden fazla asıl hikâye mi anlatmak istediniz? Yoksa asıl hikâye olarak Esma’mı vardı?

Asıl öykü Esma’nın ölümü ki bunu bir intihar mı, cinayet mi belirsizliğinde bıraktım. Ancak yaşayanların ve Esma’yı geçmişlerinde taşıyanların yüzleşmeleri veya yüzleşmekten kaçışları diğer öyküyü de beraberinde getirdi. Bu açıdan kadın cinayetleri, politikacılar, ülkenin yaşadığı politik, toplumsal çıkmazlar romanda doğal olarak yerini buldu.

-İki intihar vakası ve toplumun intihara bakışını anlatıyorsunuz? Toplum intihar vakalarını nasıl karşılıyor?

Toplum intihar edeni ötekileştiriyor. Makbul ölümlerden saymıyor elbette. Ancak bu seçimin romandaki yansıması tam da çıkışsızlığın merkezinde karşımıza çıkıyor. Esma’nın taşrada erkek dünyasında yaşadığı mağduriyet, taciz, Murat’ın ölümü onaylayışı ama hayata tutunma isteği tam da bu noktada romandaki köşe başlarını oluşturuyor. Belki de hepimizde var olan ölüme dair sorgulamaları bu iki kahramanda belirgin bir şekilde görebiliyor.

-İntihara sürükleyen psikolojik sorunlar bireysel gibi görünse de yaşanılan toplumun dayatmalarıyla ortaya çıkan ruhsal bunalımlar olarak değerlendirilebilir mi?

Bence her bireysel travma arkasında toplumsal gelgitleri ve çatışmaları barındırır. Bu hayata dair anlam arayışlarımızda da geçerli. Yaşadığımız dünyayı, sokağı, şehri ve elbette kapımızın önünü temizleyemediğimiz sürece bu ruhsal sorunlar da derinleşiyor. Ülkemizde son yıllarda antidepresan kullanımının artışında ülkedeki politik gerilimler ve ekonomik süreçlerle ilgisini düşünürsek bu tez çok da kanıtlanması zor bir tez sayılamaz elbette. 

-Hikâyede Epimetheus Pandora’nın kutusunu açtığında bilinmeyen hastalıklar, dertler, acılar yayılır ölümlülerin dünyasına. Kutudan çıkamayan ‘umut’u nasıl çıkabiliriz?

Pandora’nın kutusu anlatısında ortaya çıkan tüm kötücül gerçeklik aslında içinde umudu besleyen ve değişim, dönüşüme gebe bir karanlığa geliyor bence. Romandaki anlatıya gönderme de metropolün çeperinde, merkezinde, plazalarında, ana caddelerinde büyük kavgaları olan insanın en umutsuz ve karanlık zamanda yine de umudu örgütleyebileceğine de işaret ediyor bence. Tam da Gezi’ye dair romanda dile gelenler bundan kaynaklanıyor.

-Murat Ka’nın ebeveynlerine baktığımızda sert ve çocuğun hayatında bağı olmayan bir baba figürü, babaya karşı koyamayan ve sindirilmeye çalışılan bir anne figürü görüyoruz. Ebeveyn figürleri nasıl bir yaşam tarzı sunuyor?

Tam da feodal, ataerkil bağların babalığa yüklediği, anneliğe dayattığı roller aslında sözünü ettiğimiz. Nemrut babalar, çaresiz anneler ve kaybolmuş çocukluklar tüm sokaklarını evlerin az ya da çok öykülerini şekillendiriyor kanımca. Her mutsuzluk ve baskıcı aile modeli bir sonraki kuşağın da mutsuzluğunu besliyor sonuç olarak. Coğrafya kaderdir kolaycılığına girmeden coğrafyamızda zihinlerimizi değiştirmek adına belki de geçmişle yüzleşmemiz gerekiyor bu nedenle. Tekil ya da çoğul bir yüzleşme elbette kastettiğim. Romanı bu bağlamda okumak sanırım okur için de Murat Ka’yı Esma’yı kavramak adına yararlı olacaktır.

-Bir ilk roman olma özelliği taşıyor bu kitap. Öykücülükten romana geçiş sayılabilir mi bu?

Bir ilk roman olarak baktığımda öyküden gelen anlatma şekillerini, izlekleri bir nevi tanıklık niyetiyle kullandığımı ve hatta çoğul öyküleri andıran bir roman inşasını dert edindiğimi söyleyebilirim. Umarım bunu gerçekleştirebilmişimdir elbete. Öykü yazmaya devam ederken yazı serüvenimde belki de bir iki yıl içinde yeni bir romanın da adımlarını atacağım sanırım. Türkiye’nin yıllar içindeki serüvenine yine kişisel tarihler açısından balan yeni bir romanı Murat Ka’nın Çoğul Tarihi’nin getirdiği birikimle şekillendirmek düşüncem var.