Uzun yılların ardından emekliliğini yaşayan gazeteci Saruhan Ayber ile söyleşimizin ikinci bölümünde günümüzde medyada yaygın olan otosansürü ve Bursa'daki medya patronlarına ilişkin değerlendirmelerini dinledik.
Haber Giriş Tarihi: 28.08.2014 01:53
Haber Güncellenme Tarihi: 28.08.2014 01:53
Kaynak:
Haber Merkezi
https://www.bursaport.com
RÖPORTAJ: ZAFER OPSAR
Saruhan Ayber ile söyleşimizin ikinci ve son bölümünü yayınlıyoruz. Ayber, söyleşinin bu bölümünde sorularımıza verdiği yanıtlar arasında Bursa'daki medya patronlarıyla ilgili bazı ilginç anılarını da paylaştı.
Söyleşimizde Ayber'e danışmanlığını yaptığı ve Bursa kamuoyunda yoğun çevre eylemlerine sahne olan Cargill konusunda da sorular yönelttik ancak onun için ayrı bir buluşmada mutabık kaldık.
İşte 'Bursa medyasının 'kara kutu'su başlıklı söyleşinin ikinci bölümü:
'OTOSANSÜR, SANSÜRDEN DAHA TEHLİKELİ'
O zaman baskılar bir şekilde delinebiliyormuş. Gazeteci onun usulünü bilmesi lazım. Günümüzde otosansür daha fazla değil mi?
-Bugün patronlardan ziyade gazeteciler durumdan vazife çıkarıyor. Otosansür, sansürden daha kötü bir durum... Geçenlerde de Bekir Coşkun telefon etti. Dedim ki, bu adamların seni el üstünde tutmaları gerekir. Çünkü köşesi nereye taşınsa oraya tam sayfa ilan geliyor. Sırf senin için yazını attırmak için ilan veriyorlar gazeteye. Tabii burada gazetecilerin direnmesi nasıl olur biliyor musun? Hong Kong İngiltere'den Çin'e devredildi. Kızıl Çin Hong Kong'u kendine çevirecek dediler. Ya Hong Kong Kızıl Çin'i kendine çevirirse diye sormuştum, peygamber gibi söylemişim, dediğim şeyler oldu... O yıllarda Murdoch, İngiltere'nin en büyük yayınevini satın aldı. Çin'de de ne olacağını seziyor. Ruhsat alacak, İngiliz Vali'nin kitabını yayınlama diyor Çinliler. Ertesi gün bu duyuldu İngiltere'de, o yayınevinin yüksek tirajlı tüm yazarları istifa etti. Yayınevinin değeri de bir anda çöktü. Bir gazetenin değeri yazarları ve çalışanlarıyla vardır.
Bu birazcık örgütlenmeyle olmaz mı? Sendika kurulsa, birlikte tavır alınsa...
- Örgütsüzlükten oluyor ama ben sendikayla çok kavga ettim. Sendika benim yakama yapışıyor zam yap, diye. Ne olacak? Ben zam yaptım, sendika da zam aldım diyecek. Ama sendikanın asıl amacı çalışanına zam almak değil. Ben adamları aldım karşıma, '7 aydır maaş ödemedim, neyle zam yapayım?' dedim. 'Sen zam yap ama ödeme, bizi kurtar' dediler. Sendikacılıkla ilgili araştırma yaptım, Belçika'nın en büyük gazetesine gittim. 30 tane adam oturmuş öyle bakıyor. 'Bunlar ne?' dedim. Makineden çıkan gazeteleri sayacak ve üzerine etiket yapıştıracaklarmış. Bu sistemin kurulacağı gün sendika ayağa kalkmış. Bu 60 kişi emekli oluncaya kadar bu sistem kurulmayacak, bunlar emekli olduktan sonra kurulacak. Sendikanın görevi bu işte. Türkiye'de gazetecilikte insana yatırım yapılmadı, makineler değer gördü. O zaman sendikalar harekete geçecekti.
İletişim teknolojisi de medyayı derinden etkiledi...
- Evet öyle oldu. İletişim teknolojisi dünyada birçok şeyi etkiliyor. Mesela bize Müslümanlığın en çirkin yüzünü gösteriyorlar. Neler oluyor Suriye'de, Irak'ta. Ama bilmedikleri bir şey var. Örneğin internet. Arabistan'daki adamda da var internet. Kontrolü kaçırdılar. Şeriat ilan edilse de geçerli olmadığı ortaya çıkacak.
Dünya birçok çalkalanma gördü, bu da sürecin bir parçası mı?
- Akıl almaz derecede hızlı gidiyor bu. Bunun önüne geçemezler. Ben buna Gezi Olayları'nda inandım. Olaylar patlak verdiğinde İstanbul'daydım. Dubai'den oğlum Cenk aradı. 'Görmüyor musun polis gaz sıkıyor' dedi. Yani benden önce o görmüş oradan. Sonra olayın içine girdik tabi.
'EMEK-SERMAYE ÇATIŞMASI YENİDEN YAZILMALI'
Bugün Türkiye'deki çatışmanın temelinde ne var, emek-sermaye çatışması değil mi?
- Emek-sermaye çatışmasının da artık yeniden yazılması lazım. Ben Adam Smith'in Milletlerin Zenginliği ve Marks'ın Kapital'ini okuduğumda 26 yaşındaydım. Anlayacağım diye iflahım kesilmişti. Bugün bunların bile yeniden yazılması lazım. Dünyada kavramlar değişti çünkü. Sorun şimdi kültürel çatışmada. Londra'nın yarısını siyahlar ve sarı ırktan insanlar oluşturuyor. Sen gitmişsin dünyanın her tarafında onların tepelerine binmişsin, şimdi geldi Londra'ya seninle yaşayacak. Bunu öğren. O Londralıların, Norveçlilerin, Belçikalıların, hatta Hollandalıların bir dertleri var. Londra'da canlı bombalar patladı, Pakistan'dan Afganistan'dan gelmediler oraya. Londra'da yetişmiş Müslümanların çocukları. Bu çocuklar şimdi Suriye'de savaşıyor. Onların eğitimine bir yaklaş bakalım. Bu eğitim doğru mu değil mi? Neden din için ölmeye gidiyorlar oraya?
Saruhan Ayber ile Feridun Evrenesoğlu
'MAAŞ YOK AMA MOTİVASYON VAR, YÜZLER GÜLÜYOR!'
Siz yönettiğiniz gazetelerde aynı zamanda patron temsilcisi durumundaydınız. Patronlar eleman çıkarın dediğinde ne yapıyordunuz?
- Gazete yönetmek zordur. Çalışanla patron arasında köprüsünüz. Gelir, biraz tenkisat yapalım der. Buna karşı benim de isteklerim olur tabi. Enflasyon arttı, çalışanların maaşlarını artıralım derim. Bu her zaman çekişme konusudur. 'Madem yüzde 20 zam istiyorsun, sana yüzde 15 verelim ama sen de yüzde 10 tenkisat yap...' gibi pazarlık yaparız. Bu, patrona sen bu zammı bu yüzde 10'e çek ben de tenkisatı yüzde 5'e çekeyim demektir. Pazarlık masasından en az zararla kalkmak lazım. Şimdikilere bir yöneticilik dersi vereyim. Motivasyon önemli. Örneğin, Yeni Günaydın Gazetesi'nden bir fotoğraf... Rahmetli Nehar Tüblek, Osman Arolat var aralarında. Herkesin yüzü gülüyor ama o insanlar 7 aydır maaş alamıyorlar ve ben orada patronum.
Bir meslektaşımız kalp krizi geçirmişti orada...
- Evet öyle oldu. Yıl 1993-94, gazetenin sahibi Asil Nadir ben de Genel Yayın Müdürü olmuştum. Gazete battı ama gazeteciler dik durmaya gayret etti. Bizim meslekte bir gazeteye el koyup büyüyen, imparatorluk kuran insanlar vardır. Bunlardan biri Kemal Ilıcak. Son Havadis'in, Tercüman'ın sahibi. O gün benimle röportaj yapan gazetecilere, ben Bab-ı Ali'ye böyle gelip kalmayacağım, gazeteyi yaşar hale getirip sahiplerine devredeceğim dedim ve dediğimi de yaptım. Kendim sahiplenip zengin olabilirdim, yollarını biliyordum ama yapmadım.
Siz Bursa Hakimiyet'e bu olaydan sonra ikinci kez mi geldiniz?
- Celal Sönmez'le konuştum. 'Abi İstanbul'da ne yapacaksın, gel Bursa'ya, geç medyanın başına televizyon kuracağız' dedi. O günlerde, şimdi ne kadar 'Saruhan ağabey diyorsa da Nuriler'le(Kolaylı) tirajlar konusunda atıştık'.
'CAVİT ÇAĞLAR BANA YAPAMADIĞI ŞEYİ YAPTI'
Siz işten de atıldınız. 2006 yılında Olay Gazetesi'nden neden çıkarıldınız?
- O zaman ben çıkarılmadım. Yeniden yapılanma istiyordu Cavit Bey, 'kızım geliyor medyanın başına' dedi. Zaten benim sürem de dolmuştu. Ben de tamam dedim çıktım. Cavit laf dinleyen birisi değildir. Ben ona laf dinletiyordum ama rahmetli Şükrü Şankaya yüzünden. Cavit'e laf söyleyemezsiniz. Ama Şükrü Şankaya'ya söylerseniz yaptırır. O rahmetli olmuştu... O vefat edince benim de fonksiyonum kalmadı yani. Cavit' Bey'in bir şeyi var; hayatta her şeyi başarmış, ama yapamadığı bir şeyi vardı onu tatmin etmek için beni kullandı. Ben de aldığım para karşılığında buna müsaade ettim, mesele o. 'Bu Saruhan, Ali Osman'ın memuru oldu ama benim memurum olmadı...' Onu tatmin etti. Ben onların ciğerlerini biliyorum. En çok da bana konuşmuşlardır.
Bursa'daki patronların hangisiyle daha kolay çalıştınız?
- Patronların hiçbirisiyle kolay çalışılmaz. Hepsinin zor tarafları vardır. İstanbul'dakiler de benim patronlarım oldu ama bunların tüm varlıkları para ve güç üzerinedir. Bana Aybarof diyenler de vardı, solcuyum ya ben. Bir gün Celal Sönmez dedi ki; Saruhan Ağabey senin gönderdiğin bu hesaplara ben bakamıyorum sekreterim baksın dedi. Yani herşey yolunda. Bir arkadaş grubuyla Sicilya'ya gidiyoruz. Ayhan Kızıl da var. Sevgi Hanım aradı, sistemin çöktüğünü, yeni bir makine motoru gerektiğini söyledi. Gazete tehlikede, o gece Mümin Gençoğlu'nun makinesinde basmışlar. Üstelik onlar da 'Bu son' demiş; yarın basmayız!' Yarın gazete çıkmayacak yani. Ben turistik gezide gece yarısı elektrik motoru arıyorum. Sonunda kullanılmış bir motor buldum. Telefonla her işi hallediyorum ve gazete baskıya yetişiyor. Bunlardan ne Celal'in ne başkasının haberi var. Dönüşte doğru gazeteye gittim herşey yolunda. Gülsüm arayarak Celal Bey'in konuşmak istediğini söyledi. Bir de dedi ki, 'Saruhan Bey, önümde şimdi bir liste var, Ali Cebe'ye 80 lira ödeme yapılmış bu ne ödemesidir?'. 'Ne bileyim kızım, yapılmışsa yapılmıştır. Benim imzam var mı, var. İmzam varsa ödenmiştir' dedim ama çok da alındım. Açtım Celal'e telefon; bana 80 lirayı soruyorsun ama akşam hava meydanında peşin parayla elektrik motoruna ödeme yaptım. Senin bundan haberin var mı? Ben 10 bin dolarlık iş yapmışım, burada komisyon almış mıyım, almamış mıyım, bunu sorgulayacağına, bana 80 lirayı soruyor. Oysa bu 80 lira büroda çalışanlar için taksi parasıymış. Patronlar biraz böyledir, arkandan şüpheci olabiliyorlar.
ASTV'NİN KURULMA SÜRECİ
Siz Bursa'ya tekrar geldikten sonra bir de ASTV'nin kuruluşunu gerçekleştirdiniz. Nasıl oldu bu süreç?
- Ben Sönmez'e sıfırdan televizyon kurdum. Gündoğdu'ya bir anten kurulacak. Maliyeti de 120 bin dolar ama ben Cavit Çağlar'ın anteni kurmasını bekledim. Çünkü antenci oraya kamyonla malzeme götürecek. Antenci onlara iş yaptıktan sonra benimle de eli mahkum anlaşmaya. Dedim ki antenciye, 'Peşin veririm 70 bin dolardan fazla vermem, kusura bakma'dedim. Adama bunu 150 bin dolara alırım ama 30 bin dolar da cebime koyarım desen, ruhu bile duymaz. Bu ahlaki bir şey... O arada bir dedikodu çıktı; Sönmez, televizyon kurmayacak diye... Sonra birisi dedi ki, galiba eşi istemiyormuş. Sebebi de televizyon kurulunca kızlar, kadınlar gelecekmiş televizyona, Celal'i kıskanmış yani. Yahu Celal böyle şeylerle mi uğraşacak? Celal bana, 'Ağabey sen bir fizibilite hazırla, konuş babamla' dedi. Gittim rahmetli Ali Osman Sönmez'in odasına. 'Televizyonun hesabını kitabını yaptım bir bak, parayı sen vereceksin' dedim. Şöyle bir yüzüme baktı, kağıdı aldı sonra sekreterini çağırdı. Bana Celal'le eşini çağırın, dedi. 'Oğlum baktın mı bu hesaba Saruhan Bey gayet güzel hazırlamış, yapacağız bu işi', dedi. Bir de, 'dedikoduları bu işe karıştırmayın' diye ekledi. Celal Sönmez bu konuda ciddi davrandı ASTV'nin iyi bir televizyon kanalı olması için gereken ilgi ve desteği verdi ve ben de kendisine iyi bir televizyon kanalı kurdum.
1987'de Olay Gazetesi yayın hayatına başladığında Bursa basınında yeni bir dönem başladı. Yerel basında gazeteciliğin kalitesi arttı, insana yatırım yapıldı. Ciddi bir çıkıştı, Olay adeta bir okul gibi oldu. Bursa'daki medya patronları arasında bir kıyaslama yaptığınızda neler söyleyeceksiniz?
- Evet, Olay Gazetesi Bursa basınında bir farklılık yarattı. Bir gün Cavit Bey beni aradı. Sabah Gazetesi'nde hakkında bir haber çıkmış. 'Bana çok vuruyorlar, söyle Dinç'e bu kadar yapmasınlar' dedi. Dinç Bey'le konuştum. 'Ortak noktalarınız falan var' dedim. 'Ne ortak yönümüz olacak onunla' dedi. Bursa'ya geri geldim, sonra yeniden beni aradı, 'Kenan Sönmez'i gönderiyorum sana, bakın yapın bir şeyler, promosyon falan' diye. Biz de o arada Bursa 2000'de tencere tava vermeye başlamışız, 20 bini bulmuşuz tirajda. Kenan Sönmez gelmedi, sonra ben unuttum. Bir gün dağıtım şirketinin müdürü bana dedi ki; 'Dün Zafer Mutlu, Dinç Bilgin ve Kenan Sönmez Cavit Çağlar'ın helikopteriyle Bursa'ya geldiler kendisiyle görüşmeye'. Cavit Bey, Kenan'ın geleceğini öğreniyor, helikopter gönderiyor, ertesi gün anlaşma yapıyorlar, benim bunlardan hiç haberim yok, Schlafgut diye bir nevresim. Kenan'a telefon açıp bana gelmeden Cavit'e gitmişsin dedim, 'Ee, Schlafgut', dedi. Ben de Ali Osman Sönmez'i Aydın Doğan'a götürdüm... Bunları da yaptık...
Dinç Bilgin ile Cavit Çağlar'ın iş ilişkisi böyle mi başladı?
- Dinç Bilgin helikopterle Bursa'ya gelip Cavit Bey'i görünceye kadar, onunla bir kere tanışmıştı. Çelik Palas'ta Dinç Bilgin, Cavit Bey, Celal Bey, Remzi Cinoğlu, Dinç Bilgin'in müdürü ve ben bir araya geldik. Celal, bir süre sonra aramızdan ayrıldı. Sonra telefonla, 'babam yattı ben de gelmek istiyorum' dedi. Ben de 'gel, daha yeni başladık' dedim. Cavit, ben Celal'e gel deyince önündeki tabağı ittirerek bundan hiç memnun olmadığını belli etti. 'Türkiye'nin en büyük gazete patronu burada senin yaptığın da iş mi?' dedi. Bu görüşmeden sonra Cavit Bey'le Dinç Bilgin kanka oldular.
Cavit Çağlar ile Celal Sönmez arasında medyaya bakışta bir fark var mı?
- ATV'nin kuruluş yıldönümü nedeniyle İkitelli'de bir resepsiyon vardı. Cavit Bey baş davetli, Cumhurbaşkanı Demirel de gelecek. 2000'e yakın davetli var. Listeye baktım Celal Sönmez yok. Kendisi İsviçre'de. Hemen davetiyesini, smokinini ayakkabısını ayarladım. Sadece uçaktan inip resepsiyona katılacak. Ama o İstanbul'a indikten sonra Bursa'ya gelmeyi tercih etti. İşte Celal'le Cavit arasındaki fark bu...
Saruhan Ayber ve Dinç Bilgin
Sizin Dinç Bilgin'le bir akrabalığınız var mı?
- Benim kızım Dinç'in amcasının oğlu ile evli. Sonradan akrabalık yani...
Dinç Bilgin şimdi ne yapıyor?
- Evinde oturuyor. TMSF'den alacağı var alamıyor.
'CARGİLL'İ SONRA KONUŞALIM'
Bir de danışmanlığını yaptığınız Cargill'i de dinleyelim sizden...
- Bir şey söylemem henüz. Cargill'i sonra konuşalım...
Şu anda Türkiye'de Mısır'dan şeker üretiminin sağlıksız olduğuna dair bir tartışma var, ne diyorsunuz?
- Hiçbir zararı yok. Mısırdan elde edilen şeker ile pancardan elde edilen şeker arasında hiçbir fark yok. Şeker kamışından elde edileniyle de fark yok...
Kullanma oranıyla ilgili galiba. Avrupa'da yüzde 2'ymiş, biz de yüzde 15'in üzerinde kullanılıyormuş.
- Alayı yanlış... Bu kriterlerin tamamı yanlış. Genleriyle oynandığı da yanlış...
Geriye dönüp baktığınızda yapmaktan pişmanlık duyduğunuz bir şey var mı?
- Hayatında keşkelerin varsa yaşamamışsın demektir. Ben hep doğru şeyler yaptığıma inanıyorum. Bu mutluluk bana yetiyor. Bu yaşta bu huzurla öleceksem bu mutlulukla öleceğim. Ama doğrularımı Ahmet'e Mehmet'e kanıtlamak zorunda da değilim. Aradığım sorduğum insanlar da beni tanıyan bir şey paylaşacağım insanlar...
Bursa medyasında çok fazla görüştüğünüz kimse yok o zaman?
- Okumuyorum da fazla, bir Yüksel'le (Baysal) konuşuyorum ara sıra. Onlar beni aramıyorsa ben niye arayayım. Celal'le en son Bursaspor kongresinde şuna oy ver diye aradı, o zaman görüştük. Cavit Çağlar da Bursaspor kongresi için aradı, şuna oy ver diye... Benimle işleri varsa arar, yoksa aramazlar. Yıllar sonra elime sekreterlerimin iki defteri geçti. Birincisinde ben kimi aramışım, ikincisinde de gün gün kim beni aramış... Onların sayfalarını çeviriyorum, mesela bir haftada belki 15 kez Cavit Bey aramış, Ali Osman Sönmez aramış. Benimle konuşmadıkları gün olmamış. Hafta geçmemiş. Yurt dışından aramaları var...
Bursa'da birlikte çalıştığınız gazetecilerde mi aramıyor?
- Bizim Hacı'ya (Tonak) gidiyorum... Arada birbirimize bir şeyler yazıp atıyoruz. Onun dışında başka yok. Gonca(Yerliyurt) ve İlkay(Balaban) geldi. Genç çocuklar var bir de onlarla geçinip gidiyoruz.
Emeklilik zamanlarında niye Bursa'yı tercih ettiniz?
- İzmir tercihim kalmadı ki Bursa'da kalacaksınız dediler.
Söyleşi için teşekkür ediyorum...
SARUHAN AYBER KİMDİR?
1939 yılında İstanbul'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Manisa'da, yüksek öğrenimi Ege Üniversitesi İşletme Bölümü'nde tamamladı.
Eğitime devam ederken, 1960 yılında Nedim Çapman'ın çıkardığı Zaman Gazetesi'nde gazeteciliğe ilk adımı attı. Daha sonra sırasıyla, Demokrat İzmir, Sabah Postası ve Yeni Asır Gazetesi'nde görev yaptı.
Bu arada öğretim görevlisi olarak 1969-1973 yılları arasında Ege Üniversitesi Gazetecilik ve İletişim Fakültesi'nde meslek dersleri verdi. 1973 yılında İzmir Ekspres Gazetesi'nde Genel Yayın Müdürlüğü yaptı.
1974 yılında Bursa Hakimiyet Gazetesi'ni kurdu ve 1987 yılına kadar gazeteyi yönetti. Daha sonra tekrar,Yeni Asır Gazetesi ve Günaydın Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü, Yeni Günaydın Gazetesi'nin de sahipliğini yaptı. 1996 yılında Bursa'da AS TV'nin kuruluşunu gerçekleştirdi. Olay Medya'da Murahhas Üyelik yaptı. Medya S Grubunda Murahhas Üye iken, mesleğinin 40. yılını tamamladığı gün gazeteciliğe veda etti.
Halen kendisine ait danışmanlık ve iletişim şirketinde bir dizi kuruluşa danışmanlık hizmetleri veriyor.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Bursaport.com
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Saruhan Ayber, Çağlar ve Sönmez'i nasıl anlattı?
Uzun yılların ardından emekliliğini yaşayan gazeteci Saruhan Ayber ile söyleşimizin ikinci bölümünde günümüzde medyada yaygın olan otosansürü ve Bursa'daki medya patronlarına ilişkin değerlendirmelerini dinledik.
RÖPORTAJ: ZAFER OPSAR
Saruhan Ayber ile söyleşimizin ikinci ve son bölümünü yayınlıyoruz. Ayber, söyleşinin bu bölümünde sorularımıza verdiği yanıtlar arasında Bursa'daki medya patronlarıyla ilgili bazı ilginç anılarını da paylaştı.
Söyleşimizde Ayber'e danışmanlığını yaptığı ve Bursa kamuoyunda yoğun çevre eylemlerine sahne olan Cargill konusunda da sorular yönelttik ancak onun için ayrı bir buluşmada mutabık kaldık.
İşte 'Bursa medyasının 'kara kutu'su başlıklı söyleşinin ikinci bölümü:
'OTOSANSÜR, SANSÜRDEN DAHA TEHLİKELİ'
O zaman baskılar bir şekilde delinebiliyormuş. Gazeteci onun usulünü bilmesi lazım. Günümüzde otosansür daha fazla değil mi?
-Bugün patronlardan ziyade gazeteciler durumdan vazife çıkarıyor. Otosansür, sansürden daha kötü bir durum... Geçenlerde de Bekir Coşkun telefon etti. Dedim ki, bu adamların seni el üstünde tutmaları gerekir. Çünkü köşesi nereye taşınsa oraya tam sayfa ilan geliyor. Sırf senin için yazını attırmak için ilan veriyorlar gazeteye. Tabii burada gazetecilerin direnmesi nasıl olur biliyor musun? Hong Kong İngiltere'den Çin'e devredildi. Kızıl Çin Hong Kong'u kendine çevirecek dediler. Ya Hong Kong Kızıl Çin'i kendine çevirirse diye sormuştum, peygamber gibi söylemişim, dediğim şeyler oldu... O yıllarda Murdoch, İngiltere'nin en büyük yayınevini satın aldı. Çin'de de ne olacağını seziyor. Ruhsat alacak, İngiliz Vali'nin kitabını yayınlama diyor Çinliler. Ertesi gün bu duyuldu İngiltere'de, o yayınevinin yüksek tirajlı tüm yazarları istifa etti. Yayınevinin değeri de bir anda çöktü. Bir gazetenin değeri yazarları ve çalışanlarıyla vardır.
Bu birazcık örgütlenmeyle olmaz mı? Sendika kurulsa, birlikte tavır alınsa...
- Örgütsüzlükten oluyor ama ben sendikayla çok kavga ettim. Sendika benim yakama yapışıyor zam yap, diye. Ne olacak? Ben zam yaptım, sendika da zam aldım diyecek. Ama sendikanın asıl amacı çalışanına zam almak değil. Ben adamları aldım karşıma, '7 aydır maaş ödemedim, neyle zam yapayım?' dedim. 'Sen zam yap ama ödeme, bizi kurtar' dediler. Sendikacılıkla ilgili araştırma yaptım, Belçika'nın en büyük gazetesine gittim. 30 tane adam oturmuş öyle bakıyor. 'Bunlar ne?' dedim. Makineden çıkan gazeteleri sayacak ve üzerine etiket yapıştıracaklarmış. Bu sistemin kurulacağı gün sendika ayağa kalkmış. Bu 60 kişi emekli oluncaya kadar bu sistem kurulmayacak, bunlar emekli olduktan sonra kurulacak. Sendikanın görevi bu işte. Türkiye'de gazetecilikte insana yatırım yapılmadı, makineler değer gördü. O zaman sendikalar harekete geçecekti.
İletişim teknolojisi de medyayı derinden etkiledi...
- Evet öyle oldu. İletişim teknolojisi dünyada birçok şeyi etkiliyor. Mesela bize Müslümanlığın en çirkin yüzünü gösteriyorlar. Neler oluyor Suriye'de, Irak'ta. Ama bilmedikleri bir şey var. Örneğin internet. Arabistan'daki adamda da var internet. Kontrolü kaçırdılar. Şeriat ilan edilse de geçerli olmadığı ortaya çıkacak.
Dünya birçok çalkalanma gördü, bu da sürecin bir parçası mı?
- Akıl almaz derecede hızlı gidiyor bu. Bunun önüne geçemezler. Ben buna Gezi Olayları'nda inandım. Olaylar patlak verdiğinde İstanbul'daydım. Dubai'den oğlum Cenk aradı. 'Görmüyor musun polis gaz sıkıyor' dedi. Yani benden önce o görmüş oradan. Sonra olayın içine girdik tabi.
'EMEK-SERMAYE ÇATIŞMASI YENİDEN YAZILMALI'
Bugün Türkiye'deki çatışmanın temelinde ne var, emek-sermaye çatışması değil mi?
- Emek-sermaye çatışmasının da artık yeniden yazılması lazım. Ben Adam Smith'in Milletlerin Zenginliği ve Marks'ın Kapital'ini okuduğumda 26 yaşındaydım. Anlayacağım diye iflahım kesilmişti. Bugün bunların bile yeniden yazılması lazım. Dünyada kavramlar değişti çünkü. Sorun şimdi kültürel çatışmada. Londra'nın yarısını siyahlar ve sarı ırktan insanlar oluşturuyor. Sen gitmişsin dünyanın her tarafında onların tepelerine binmişsin, şimdi geldi Londra'ya seninle yaşayacak. Bunu öğren. O Londralıların, Norveçlilerin, Belçikalıların, hatta Hollandalıların bir dertleri var. Londra'da canlı bombalar patladı, Pakistan'dan Afganistan'dan gelmediler oraya. Londra'da yetişmiş Müslümanların çocukları. Bu çocuklar şimdi Suriye'de savaşıyor. Onların eğitimine bir yaklaş bakalım. Bu eğitim doğru mu değil mi? Neden din için ölmeye gidiyorlar oraya?
Saruhan Ayber ile Feridun Evrenesoğlu
'MAAŞ YOK AMA MOTİVASYON VAR, YÜZLER GÜLÜYOR!'
Siz yönettiğiniz gazetelerde aynı zamanda patron temsilcisi durumundaydınız. Patronlar eleman çıkarın dediğinde ne yapıyordunuz?
- Gazete yönetmek zordur. Çalışanla patron arasında köprüsünüz. Gelir, biraz tenkisat yapalım der. Buna karşı benim de isteklerim olur tabi. Enflasyon arttı, çalışanların maaşlarını artıralım derim. Bu her zaman çekişme konusudur. 'Madem yüzde 20 zam istiyorsun, sana yüzde 15 verelim ama sen de yüzde 10 tenkisat yap...' gibi pazarlık yaparız. Bu, patrona sen bu zammı bu yüzde 10'e çek ben de tenkisatı yüzde 5'e çekeyim demektir. Pazarlık masasından en az zararla kalkmak lazım. Şimdikilere bir yöneticilik dersi vereyim. Motivasyon önemli. Örneğin, Yeni Günaydın Gazetesi'nden bir fotoğraf... Rahmetli Nehar Tüblek, Osman Arolat var aralarında. Herkesin yüzü gülüyor ama o insanlar 7 aydır maaş alamıyorlar ve ben orada patronum.
Bir meslektaşımız kalp krizi geçirmişti orada...
- Evet öyle oldu. Yıl 1993-94, gazetenin sahibi Asil Nadir ben de Genel Yayın Müdürü olmuştum. Gazete battı ama gazeteciler dik durmaya gayret etti. Bizim meslekte bir gazeteye el koyup büyüyen, imparatorluk kuran insanlar vardır. Bunlardan biri Kemal Ilıcak. Son Havadis'in, Tercüman'ın sahibi. O gün benimle röportaj yapan gazetecilere, ben Bab-ı Ali'ye böyle gelip kalmayacağım, gazeteyi yaşar hale getirip sahiplerine devredeceğim dedim ve dediğimi de yaptım. Kendim sahiplenip zengin olabilirdim, yollarını biliyordum ama yapmadım.
Siz Bursa Hakimiyet'e bu olaydan sonra ikinci kez mi geldiniz?
- Celal Sönmez'le konuştum. 'Abi İstanbul'da ne yapacaksın, gel Bursa'ya, geç medyanın başına televizyon kuracağız' dedi. O günlerde, şimdi ne kadar 'Saruhan ağabey diyorsa da Nuriler'le(Kolaylı) tirajlar konusunda atıştık'.
'CAVİT ÇAĞLAR BANA YAPAMADIĞI ŞEYİ YAPTI'
Siz işten de atıldınız. 2006 yılında Olay Gazetesi'nden neden çıkarıldınız?
- O zaman ben çıkarılmadım. Yeniden yapılanma istiyordu Cavit Bey, 'kızım geliyor medyanın başına' dedi. Zaten benim sürem de dolmuştu. Ben de tamam dedim çıktım. Cavit laf dinleyen birisi değildir. Ben ona laf dinletiyordum ama rahmetli Şükrü Şankaya yüzünden. Cavit'e laf söyleyemezsiniz. Ama Şükrü Şankaya'ya söylerseniz yaptırır. O rahmetli olmuştu... O vefat edince benim de fonksiyonum kalmadı yani. Cavit' Bey'in bir şeyi var; hayatta her şeyi başarmış, ama yapamadığı bir şeyi vardı onu tatmin etmek için beni kullandı. Ben de aldığım para karşılığında buna müsaade ettim, mesele o. 'Bu Saruhan, Ali Osman'ın memuru oldu ama benim memurum olmadı...' Onu tatmin etti. Ben onların ciğerlerini biliyorum. En çok da bana konuşmuşlardır.
Bursa'daki patronların hangisiyle daha kolay çalıştınız?
- Patronların hiçbirisiyle kolay çalışılmaz. Hepsinin zor tarafları vardır. İstanbul'dakiler de benim patronlarım oldu ama bunların tüm varlıkları para ve güç üzerinedir. Bana Aybarof diyenler de vardı, solcuyum ya ben. Bir gün Celal Sönmez dedi ki; Saruhan Ağabey senin gönderdiğin bu hesaplara ben bakamıyorum sekreterim baksın dedi. Yani herşey yolunda. Bir arkadaş grubuyla Sicilya'ya gidiyoruz. Ayhan Kızıl da var. Sevgi Hanım aradı, sistemin çöktüğünü, yeni bir makine motoru gerektiğini söyledi. Gazete tehlikede, o gece Mümin Gençoğlu'nun makinesinde basmışlar. Üstelik onlar da 'Bu son' demiş; yarın basmayız!' Yarın gazete çıkmayacak yani. Ben turistik gezide gece yarısı elektrik motoru arıyorum. Sonunda kullanılmış bir motor buldum. Telefonla her işi hallediyorum ve gazete baskıya yetişiyor. Bunlardan ne Celal'in ne başkasının haberi var. Dönüşte doğru gazeteye gittim herşey yolunda. Gülsüm arayarak Celal Bey'in konuşmak istediğini söyledi. Bir de dedi ki, 'Saruhan Bey, önümde şimdi bir liste var, Ali Cebe'ye 80 lira ödeme yapılmış bu ne ödemesidir?'. 'Ne bileyim kızım, yapılmışsa yapılmıştır. Benim imzam var mı, var. İmzam varsa ödenmiştir' dedim ama çok da alındım. Açtım Celal'e telefon; bana 80 lirayı soruyorsun ama akşam hava meydanında peşin parayla elektrik motoruna ödeme yaptım. Senin bundan haberin var mı? Ben 10 bin dolarlık iş yapmışım, burada komisyon almış mıyım, almamış mıyım, bunu sorgulayacağına, bana 80 lirayı soruyor. Oysa bu 80 lira büroda çalışanlar için taksi parasıymış. Patronlar biraz böyledir, arkandan şüpheci olabiliyorlar.
ASTV'NİN KURULMA SÜRECİ
Siz Bursa'ya tekrar geldikten sonra bir de ASTV'nin kuruluşunu gerçekleştirdiniz. Nasıl oldu bu süreç?
- Ben Sönmez'e sıfırdan televizyon kurdum. Gündoğdu'ya bir anten kurulacak. Maliyeti de 120 bin dolar ama ben Cavit Çağlar'ın anteni kurmasını bekledim. Çünkü antenci oraya kamyonla malzeme götürecek. Antenci onlara iş yaptıktan sonra benimle de eli mahkum anlaşmaya. Dedim ki antenciye, 'Peşin veririm 70 bin dolardan fazla vermem, kusura bakma'dedim. Adama bunu 150 bin dolara alırım ama 30 bin dolar da cebime koyarım desen, ruhu bile duymaz. Bu ahlaki bir şey... O arada bir dedikodu çıktı; Sönmez, televizyon kurmayacak diye... Sonra birisi dedi ki, galiba eşi istemiyormuş. Sebebi de televizyon kurulunca kızlar, kadınlar gelecekmiş televizyona, Celal'i kıskanmış yani. Yahu Celal böyle şeylerle mi uğraşacak? Celal bana, 'Ağabey sen bir fizibilite hazırla, konuş babamla' dedi. Gittim rahmetli Ali Osman Sönmez'in odasına. 'Televizyonun hesabını kitabını yaptım bir bak, parayı sen vereceksin' dedim. Şöyle bir yüzüme baktı, kağıdı aldı sonra sekreterini çağırdı. Bana Celal'le eşini çağırın, dedi. 'Oğlum baktın mı bu hesaba Saruhan Bey gayet güzel hazırlamış, yapacağız bu işi', dedi. Bir de, 'dedikoduları bu işe karıştırmayın' diye ekledi. Celal Sönmez bu konuda ciddi davrandı ASTV'nin iyi bir televizyon kanalı olması için gereken ilgi ve desteği verdi ve ben de kendisine iyi bir televizyon kanalı kurdum.
1987'de Olay Gazetesi yayın hayatına başladığında Bursa basınında yeni bir dönem başladı. Yerel basında gazeteciliğin kalitesi arttı, insana yatırım yapıldı. Ciddi bir çıkıştı, Olay adeta bir okul gibi oldu. Bursa'daki medya patronları arasında bir kıyaslama yaptığınızda neler söyleyeceksiniz?
- Evet, Olay Gazetesi Bursa basınında bir farklılık yarattı. Bir gün Cavit Bey beni aradı. Sabah Gazetesi'nde hakkında bir haber çıkmış. 'Bana çok vuruyorlar, söyle Dinç'e bu kadar yapmasınlar' dedi. Dinç Bey'le konuştum. 'Ortak noktalarınız falan var' dedim. 'Ne ortak yönümüz olacak onunla' dedi. Bursa'ya geri geldim, sonra yeniden beni aradı, 'Kenan Sönmez'i gönderiyorum sana, bakın yapın bir şeyler, promosyon falan' diye. Biz de o arada Bursa 2000'de tencere tava vermeye başlamışız, 20 bini bulmuşuz tirajda. Kenan Sönmez gelmedi, sonra ben unuttum. Bir gün dağıtım şirketinin müdürü bana dedi ki; 'Dün Zafer Mutlu, Dinç Bilgin ve Kenan Sönmez Cavit Çağlar'ın helikopteriyle Bursa'ya geldiler kendisiyle görüşmeye'. Cavit Bey, Kenan'ın geleceğini öğreniyor, helikopter gönderiyor, ertesi gün anlaşma yapıyorlar, benim bunlardan hiç haberim yok, Schlafgut diye bir nevresim. Kenan'a telefon açıp bana gelmeden Cavit'e gitmişsin dedim, 'Ee, Schlafgut', dedi. Ben de Ali Osman Sönmez'i Aydın Doğan'a götürdüm... Bunları da yaptık...
Dinç Bilgin ile Cavit Çağlar'ın iş ilişkisi böyle mi başladı?
- Dinç Bilgin helikopterle Bursa'ya gelip Cavit Bey'i görünceye kadar, onunla bir kere tanışmıştı. Çelik Palas'ta Dinç Bilgin, Cavit Bey, Celal Bey, Remzi Cinoğlu, Dinç Bilgin'in müdürü ve ben bir araya geldik. Celal, bir süre sonra aramızdan ayrıldı. Sonra telefonla, 'babam yattı ben de gelmek istiyorum' dedi. Ben de 'gel, daha yeni başladık' dedim. Cavit, ben Celal'e gel deyince önündeki tabağı ittirerek bundan hiç memnun olmadığını belli etti. 'Türkiye'nin en büyük gazete patronu burada senin yaptığın da iş mi?' dedi. Bu görüşmeden sonra Cavit Bey'le Dinç Bilgin kanka oldular.
Cavit Çağlar ile Celal Sönmez arasında medyaya bakışta bir fark var mı?
- ATV'nin kuruluş yıldönümü nedeniyle İkitelli'de bir resepsiyon vardı. Cavit Bey baş davetli, Cumhurbaşkanı Demirel de gelecek. 2000'e yakın davetli var. Listeye baktım Celal Sönmez yok. Kendisi İsviçre'de. Hemen davetiyesini, smokinini ayakkabısını ayarladım. Sadece uçaktan inip resepsiyona katılacak. Ama o İstanbul'a indikten sonra Bursa'ya gelmeyi tercih etti. İşte Celal'le Cavit arasındaki fark bu...
Saruhan Ayber ve Dinç Bilgin
Sizin Dinç Bilgin'le bir akrabalığınız var mı?
- Benim kızım Dinç'in amcasının oğlu ile evli. Sonradan akrabalık yani...
Dinç Bilgin şimdi ne yapıyor?
- Evinde oturuyor. TMSF'den alacağı var alamıyor.
'CARGİLL'İ SONRA KONUŞALIM'
Bir de danışmanlığını yaptığınız Cargill'i de dinleyelim sizden...
- Bir şey söylemem henüz. Cargill'i sonra konuşalım...
Şu anda Türkiye'de Mısır'dan şeker üretiminin sağlıksız olduğuna dair bir tartışma var, ne diyorsunuz?
- Hiçbir zararı yok. Mısırdan elde edilen şeker ile pancardan elde edilen şeker arasında hiçbir fark yok. Şeker kamışından elde edileniyle de fark yok...
Kullanma oranıyla ilgili galiba. Avrupa'da yüzde 2'ymiş, biz de yüzde 15'in üzerinde kullanılıyormuş.
- Alayı yanlış... Bu kriterlerin tamamı yanlış. Genleriyle oynandığı da yanlış...
Geriye dönüp baktığınızda yapmaktan pişmanlık duyduğunuz bir şey var mı?
- Hayatında keşkelerin varsa yaşamamışsın demektir. Ben hep doğru şeyler yaptığıma inanıyorum. Bu mutluluk bana yetiyor. Bu yaşta bu huzurla öleceksem bu mutlulukla öleceğim. Ama doğrularımı Ahmet'e Mehmet'e kanıtlamak zorunda da değilim. Aradığım sorduğum insanlar da beni tanıyan bir şey paylaşacağım insanlar...
Bursa medyasında çok fazla görüştüğünüz kimse yok o zaman?
- Okumuyorum da fazla, bir Yüksel'le (Baysal) konuşuyorum ara sıra. Onlar beni aramıyorsa ben niye arayayım. Celal'le en son Bursaspor kongresinde şuna oy ver diye aradı, o zaman görüştük. Cavit Çağlar da Bursaspor kongresi için aradı, şuna oy ver diye... Benimle işleri varsa arar, yoksa aramazlar. Yıllar sonra elime sekreterlerimin iki defteri geçti. Birincisinde ben kimi aramışım, ikincisinde de gün gün kim beni aramış... Onların sayfalarını çeviriyorum, mesela bir haftada belki 15 kez Cavit Bey aramış, Ali Osman Sönmez aramış. Benimle konuşmadıkları gün olmamış. Hafta geçmemiş. Yurt dışından aramaları var...
Bursa'da birlikte çalıştığınız gazetecilerde mi aramıyor?
- Bizim Hacı'ya (Tonak) gidiyorum... Arada birbirimize bir şeyler yazıp atıyoruz. Onun dışında başka yok. Gonca(Yerliyurt) ve İlkay(Balaban) geldi. Genç çocuklar var bir de onlarla geçinip gidiyoruz.
Emeklilik zamanlarında niye Bursa'yı tercih ettiniz?
- İzmir tercihim kalmadı ki Bursa'da kalacaksınız dediler.
Söyleşi için teşekkür ediyorum...
SARUHAN AYBER KİMDİR?
1939 yılında İstanbul'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Manisa'da, yüksek öğrenimi Ege Üniversitesi İşletme Bölümü'nde tamamladı.
Eğitime devam ederken, 1960 yılında Nedim Çapman'ın çıkardığı Zaman Gazetesi'nde gazeteciliğe ilk adımı attı. Daha sonra sırasıyla, Demokrat İzmir, Sabah Postası ve Yeni Asır Gazetesi'nde görev yaptı.
Bu arada öğretim görevlisi olarak 1969-1973 yılları arasında Ege Üniversitesi Gazetecilik ve İletişim Fakültesi'nde meslek dersleri verdi. 1973 yılında İzmir Ekspres Gazetesi'nde Genel Yayın Müdürlüğü yaptı.
1974 yılında Bursa Hakimiyet Gazetesi'ni kurdu ve 1987 yılına kadar gazeteyi yönetti. Daha sonra tekrar,Yeni Asır Gazetesi ve Günaydın Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü, Yeni Günaydın Gazetesi'nin de sahipliğini yaptı. 1996 yılında Bursa'da AS TV'nin kuruluşunu gerçekleştirdi. Olay Medya'da Murahhas Üyelik yaptı. Medya S Grubunda Murahhas Üye iken, mesleğinin 40. yılını tamamladığı gün gazeteciliğe veda etti.
Halen kendisine ait danışmanlık ve iletişim şirketinde bir dizi kuruluşa danışmanlık hizmetleri veriyor.
Evli ve iki çocuk babasıdır.
En Çok Okunan Haberler