Elinize alıp 41 öyküden oluşan kitabı(*) okumaya başladığınızda bambaşka bir dil, lisan, anlatım biçimi ile karşılaşırsınız. Alışık olmadığınız bir Murathan Mungan vardır karşınızda.
Çünkü anlatacakları başkadır ve her anlatı kendini yeni bir dil doğurarak dünyaya getirir bilirsiniz. Başka bir kılıkta, başka bir tarih içinden yazılanlara öykü mü, tarihsel anlatı mı, olduklarını belirleyemediğiniz kelimelerin içine doğru çekilirsiniz.
Belki de zaten aynı su gibi bir kaba, kalıba sığmaması istenerek yazılmışlardır. Değil mi ki Murathan Mungan yerine bir "Su Cini" ile karşı karşıyasınızdır artık.
"Girizgah"la başlayıp "Tasvir nihayet"le biten kitabın sizi en çok şaşırtan yanlarından birinin Osmanlı kokusu sinmiş anlatılarda ne çok ritüel, yol, yordam, usulün var olduğu ve yazarın derin, köklü, etraflıca araştırmalar, okumalar sonunda elde ettiği bilgilerle sizi donatmaya daha ilk fasıldan başladığıdır. Ne cini olursa olsun Murathan Mungan'ın o kendine özgü "kelime cini" marifetiyle bir güzel dizileme, sıralama, hangisinin yanına hangisinin yakışacağını bilip yerleştirme becerisi, mahareti, anlatı zenginliği, düşünce dil arasındaki kudreti hemen hissedilir. "Lafın neresinden tutup kaldıracağını bilemez insan, ta Nuh tufanından kalma suyun güne geldiği yere varıp da dolduğu tasa el uzatır, onunla ağız çalkalar, zaman tazeler, kelime ıslatır." (s.9)
Hamamların kapısını aralayıp zamanın içine adım atarken, tam kapıyı çekip lafa yeniden başlarcasına, anlatılmazsa dünya yok oluverecekmişçesine, eksilir korkusuyla, kelimeleri suyla yıkayıp tarihin tozundan arındırıp önünüze konan öyküleri okumaya başlarsınız.
Bir kurna başında hamamın gelmiş geçmişlerini toplamış kubbesinde saklanmış seslerden, hamamcının kadim teriyle ıslanmış suyun sesinden başlarsınız okumaya. Değil mi ki artık o bir "Su Cin"i dir. Yazar mı yazar! "Dedim ya: Çok eski bir Su Cini'yim ben. Söylemeye göründüm size." (s.24)
Bellek uyandırmak isteyenin, işi hatıra gıdıklayıcısı olanın yapamayacağı yoktur. Çınlayan ama duyulmayan o tarihin sesi olur. Anlatır. Çarşı hamamlarında ayağındaki nalını çıkarır çıkarmaz maazallah gayrimüslimlerle karıştırılma ihtimaline karşı, peştamallara takılan demir halkalara ve hatta yetmeyip zillerin olduğunu kim bilirdi anlatmasaydı eğer.
Oysa insanın teni, kiri, onuru, yalanı, inancı, inançsızlığı insanı birbirinden ayırabilen çıngırak sesi bulunabilmiş midir ki bunca zaman? İnsana rağmen en adil olan sudur yine de. "İnsanların ayırdıklarına tabiat gülümserdi, su ayrılmazdı." (s. 12)
Kurnalar ayrı tutulsa da, çın çın sesleriyle tarih boyunca tenine, ruhuna, tercihlerine, sevdiklerine, sevmediklerine rağmen insan "Su gibi aziz" olmayı başaramadı. Tarihin tozu, gizi saklamaya gücü yetmedi." Yaralı bereli tarihin en yalnız yerinde söz alanların anlattıklarının arkasına bakıldığında çıplak gözle bile görülür." (s.174) Unutkanlığın şefkatli
kollarına sığınan vicdan bir gün dile gelir. Zaman vaktini bekler her daim. Misal "Zamanın hükmü, bir zamanlar var olanla bir fermanla yok olanın hangisine el verir?" (s.174)
Temizlik imanın yarısıydı ama buna ruh dâhil miydi yoksa sadece etin kirinden mi arındırmak gerekiyordu bilinmez.
Tarih tahtına göz diken kardeşlerinin kellesini uçurtan, teninin arzusuna dayanamayıp bilinir korkusuyla sonunda boğdurduklarını İstanbul'un tuzlu sularına gece karanlığında yok eden kudretli kadınlarla erkeklerle doluydu. Su sırdı. Saklayandı. İhtiras, güç, güçsüzlük her ne varsa suya emanet edilenler, toprak katında bekletilip eninde sonunda tüm zamanlardan azade kendi vaktinde bir çeşme başında suyun akarında ortaya çıkıverirdi.
Paladan yağlı urgana, kılıçtan insan boynuna uzanan iktidarın kanlı ellerini zamanın hiçbir devrinde hiçbir su arındıramamıştır bir kez daha bilirsiniz. Tarih muhafızlarının aksine su yalancı değildir. Osmanlı da başı ayrı yerde bedeni ayrı yerde gömülü, iki mezarı olanların doğrusunu Su Cin'i söyler de ondan biliriz. Çünkü su doğanın insanı emzirdiği şefkatli sütüdür onu da öğreniriz. Eğilip bükülmeyendir. Bütün katılar su, bütün sular katı olsa da özü, tözü aynı kalandır. Kabına, kalıbına göreyse de su aynı sudur. Bilgeliği bundandır. İçimizin kederlerini suya anlatmamız, sırması, yaldızı dökülmüş ömrümüze dahi tanıklık eden içimizdeki o bir damla sudur her daim.
Su gibi değişik, saymakla bitmez insan hallerini okur, öğrenir, biliriz "Su Cini"nden. Su aynı akar ama can alırken ayrı can verirken ayrıdır tadı hayat gibi. Kendini dünyanın sahibi ve efendisi sayan insana bir damla su kadar canının olduğunu anlatmak için yazılmışları okurken, hücrenizdeki suyun içinde kaybolup gidersiniz. Ruhu kurumuşlardan sayıp kendinizi. Her bildim sayanın hiçbir şey bilmediğini anladığınız anlardasınızdır, ancak bunu bilebilmişsinizdir. Hafızanın o karanlık kuytularında faniliğinizin, ağır toprakla imtihanına her gün yeniden hazırlanmakta olduğunuzu bildiğiniz gibi.
Olmayacağınız zamanların, olduğunuz anların şımarıklığına yaslanıp sudan sebeplerle ölü küreğine tutunduklarınızı yeniden hatırlarsınız. Tarihin çok ağzı içinde kendinize bir dil bulmaya çalışırsınız. Bir başkası olmak ne demek bilmek istersiniz, sanki kendiniz olabilmeyi başarabilmişsiniz gibi. "Yahudi'nin tenine değen su, bir Müslümanınkine değmemeliydi." (s. 32)
Oysa su bütün uydurulmuş ayrımların ötesinde dilini çıkarıp insanoğluyla dalga geçmektedir o an. Okudukça anlarsınız. İnsan kendisiyle yüzleştikçe misal suçluluk, pişmanlık adı her ne ise soğuk bir su çarpmak ister yüzüne. Aymak için. Okudukça ayar, açılırsınız. Sıralı tarih ne derse desin siz kelimelerin uçup giden yankısını işitebildiğiniz kadarına vakıf olursunuz. Hamam dediğin su değildir hikâyedir aslında. "Zaman fani, arzu baki;" (s.111)
Suyun binbir çeşit hallerine karşı insanın acizliğinin, zaaflarının eril, dişil birbirine geçişgenliklerini saklayan hamamların sır küpü dillerini su buharı fallarından öğrenirsiniz. Suyun insan teninden geçip dolanan, dile gelen, gelemeyen, tende kalan başka tene geçen söylenmemişleridir. Halk hamamının başka, çifte hamamının, kadınların başka erkek hamamlarının başka söylenmeyenleri vardır. Dünyanın ilk dili sularındır. Suyun hafızasında tüm insanlığın kayıtlarından bilinir bu. Su Cin'i böyle yazar, ondan bilirsiniz. Misal gönlü hemcinslerine düşenlerin dile gelmemişleri azı dikenli olanlardan duyulup içine zehir katılsa da "Su aynı, sabun aynı, lakin insan dediğini birbirinden huyu ayırır." (s.43)
"Ey her devrin locasına kurulup oturanlar, günahlarınızdan arınacak su bırakmadınız geride." (s.29)
Şimdiki devrin localarına gitsindir bu söz. İçiniz bunu söyler tarihin bugünden işitilen yankısında. Bakır işlemeli, gümüş taslı sular akarken üzerimizden iki kutuplu, yer çekimli, kaldırma kuvvetli, aşağıdan yukarıya da akabilen, kendine benzeyen kadar benzemeyeni de eritebilen, cehennemin ateşine gücü yeten saf enerjinin içinden geçer gibi okuruz yazılanları.
Toprağın kanı olan suyun içinden şifalanırız okudukça. Herodot'un, "Mısır, Nil'in bir hediyesidir." dediği gibi Murathan Mungan'dan bugüne kadar hiç almadığımız farklı hediyedir okuduğumuz. Dili başka, rengi başka. Ama sevmeye başlarız sayfalar çevrildikçe. "...dudağına su değmeye görsün insan ağzı kelime sever..." (s.45)
"İnsan dediğin kâinatın her söylediğinin pek azını duyar, birazını sezer, sezdiğininse çoğunu anlamaz. Alıp da o sözü dünyadaki yerine koyamaz." (s.57)
Her şeyin haberini, ölüsünü, dirisini, tarihin devrini, sırları tanıyıp taşıyan bir damladaki bilgeliğiyle oturup bizi izleyen Su Cin'i söyle olacakları da. Yok yok söyleme! Yağmur zamanlarını bekleyelim biz en iyisi. O sözü bulalım en önce biz, yeri sonraya kalsın. İsmin halleri, suyun halleri gibi Murathan Mungan'ın da değişik hallerini okumuşuzdur. Çünkü
zaman ve hayat şaşırtır bizi, tıpkı Murathan Mungan gibi. Su kimseyle uğraşmaz, önüne çıkan kayaları engelleri görüp etrafından dolanıp bildiğince yol alır. Sabır ve değişim suyun özündedir. Misal Murathan Mungan gibi. Zamanın uykusundan uyananlara bırakalım bu yeni kitabı. Suyun yenileme gücüne, arıtıcılığına, yaratılışın tohumlarını taşımasına bırakalım. "Uyandığımızda bakarız, biz uyurken konuşup gülüşenler gitmişler." (s.47)
Bakalım gün gelip yeniden uyanıp, gülüşüp gidecekler "Hamamname"nin hamamlarında yunup, yıkanıp, arınacaklar mı? Bunu zamanın gök kubbesindeki yıldızlar ve ay bilir artık. Çünkü ''Su Cin'i'' gök maviye saklanıp söyleme zamanını beklemeye saklanmıştır çoktan.
Su değişimden hiç korkmaz, "değişimi" ne de güzel anlatır. Bazen yağmur olur, bazen kar olur, bazen buz, bazen buhar olduğunda çıkar gökyüzüne, yağmur olup, yine iner yere. Misal "Hamamname" olur. Bildin mi?
(*) Murathan Mungan "Hamamname", Metis Yayınları, İstanbul, 2020