Anadolu'da bir zamanlar kırkbin köy vardı.
Kırkbin köyün yolu yoktu, ışığı yoktu. Köy insanları bu muazzam ve mutlak mahrumiyet karşısında doğanın yamacına yaslanıp, güneşin tersine dönen ritmini de, bulutların yağmur toplayışını da, toprağın su çekip filiz vermesini de, sislerden beliren sürüleri kurda kaptırmamayı da, kadim ve önemsenmemiş bilgileriyle çattılar hayatlarını.
O köylerden biri de, ki o çok güzelliğinin bilinmesinin faydası olur zararı olmaz, müthiş yeşil kayalıkların, dalgalar boyu sürdüğü Kaçkar silsilesinin Artvin ucundaki Karçal eteklerinde, Aşağı Irmaklar diye bir köydür.
Murşit Gün, o köyün en güzel insanlarından biri olarak bu hayat kavgasında yerli yerince sürdü ömrünü. Geçen hafta uzun yıllardır yaşadığı Bursa'da gözlerini kapayan bu değerli insanın, kadim bilgilerin hamurundan aldığı ahlakla, bir şoför olarak, sert tabiat mecburiyetinde, dağların sularında biriken cömertlikle, var olmaya ve iyi olmaya merak etmiş herkese emeği geçti.
Dağların yüksekliğinde, sislerin buğusunda, kendilerine vefa etmemiş devletin her sebebinden öte, yaylaların çayırların harmanların insanlarını, yarılmış yarlardan, uçurum kenarından geçen şoselerden taşıdı. Artvin'in bir zamanlar alamet-i farikası olan okullara üşüşmüş binlerce talebeyi, yola düşmüş yolcuları, karda boranda tipide, akşam darında, güzel bir baharda, kuruşu var yok demeden, hiçbirini müşkül bırakmadı. Yengelere haber, ambarlara erzak, meraka düşmüşlere sukünet, bir başına yola vurmuşlara arkadaş oldu.
Bu kırkbin köyün hayatı toz ve yok olurken, memleket içinde bir başka göç kımıl kımıldı. Bilindiği gibi geçmiş göç etmez bir, göç hep sürer iki. Murşit Gün de Bursa'da hayatın aslını uzakta bırakmış gönüllerin hikayesini taşıdı .
Sevgili Murşit amca, babamın sevgili kuzeni, arkadaşı, bizim değerli büyüğümüz, Artvin'de bütün şoseler her baharda yazda, her tipide boranda nezaketine ve cömertliğine saygıya duracak.
Bin minnetle…
Nihal Duruca Karaman'a Bitmez tükenmez anlatılar, birbirini yeniden başlatıp sürdürür, bu bizim tanıdığımız bütün hayatların mihenk taşı. Efsane sayılan sonsuz şiirlerin birbirinin devamı hikayeleri, biz nereden anlarız ki, anlarız işte, durduğu bir yer vardır oradan ormanda yol kaybedenin yıldı
Anadolu'da bir zamanlar kırkbin köy vardı. Kırkbin köyün yolu yoktu, ışığı yoktu. Köy insanları bu muazzam ve mutlak mahrumiyet karşısında doğanın yamacına yaslanıp, güneşin tersine dönen ritmini de, bulutların yağmur toplayışını da, toprağın su çekip filiz vermesini de, sislerden beliren sürüleri
Bursa, büyük emeğin şehri. Pek çoğumuzun coşkulu gençliği. Güçlü küçük üretimin, parçalanmış oligarşiler cemiyetinin mecburi tarihi. Boğdurulmuş şehzade. Boğdurulması, Karamanoğlu'nun Yıldırım Beyazıd'ın kemiklerini yakması, işgalde esir bir şehir olması, işbirlikçileri ve yangınların ürküntüsü bil
Takvimi indirdim. Bir vazifenin alt üst edici gücünün sona erdirilmesiymiş o kararlar. Sonra öğrendik. Güzel neşeli hayatların sürebilme ihtimallerinin simgelediğı aklın kalbin keyfine bedel öğretme ve öğretmenlik, boylu boyunca hedefti. Kalabalıkların kendi aklı yoktur demişti Salvatore'ye C
Bir şehrin içine attığı ne çok şey vardır. Yazının başına oturanların bir işi de, bu içe atılan ne varsa bulup çıkarmak. Öbürüne duyurmak. Birbirinin içinden acıyı, gücenikliği, belki de ender de olsa vardır diye, var olduğuna inanılan ümidin bir tezahürü sayılan hakikatin neşesini bulup çıkarmak.
Hepsi birbiri ardına iz, labirente bırakılan ip gibi. Beddua da. Ta aşağılarda ve hep orada. Genç adam, toprağa dağılmış şehirsiz kadınlar, bebek, hepsi ağlamayla ses ediyorlardı melun bir akşam darında. Toprak hattı olmayan çamaşır makinesinin elektriği yere vurup öldürmüştü kadını. Kap
Elindeki fındık sürgününü doğraya doğraya yürümüṣ. Ṣehirlerarası uzun yollara, lise öğlenden sonralarına, akṣam darlanmalarına, esrimiṣ rüzgarlara yaslanmıṣ oluruna gelir anlarda. Sadece tanıyanların toplayacağı parҫalarla bir araya denkleṣtirilen bilinmedik hikayelerini mahalle mahalle taṣım