"Nuh, Büyük Tufan" filminde Nuh, tufandan kurtulmak için inşa ettiği gemisine, tufan sonrası yaşaması gereken tüm canlı türleri ile birlikte, kendisi, karısı, iki oğlu ve ailesi olmadığı için kendi çocukları ile birlikte büyüttüğü ama doğurganlık özelliğini kaybetmiş olan oğulları yaşında bir kızı aldığında, insan ırkının kendileri ile birlikte sonlanmasını planlar.
Nuh bilir ki insan yoksa dünya bir cennet, insan varsa dünya bir cehennemdir.
Ancak işler Nuh'un planladığı gibi gitmez. Doğurganlığını kaybeden kıza Nuh'un babası tarafından doğurganlık bahşedilir ve kızın Nuh'un oğullarından birinden çocuğu olur. Nuh o minik bebeği öldürüp insan ırkını yok etmek istese de bebeğe kıyamaz ve öldüremez.
Tufan diner, kara görünür.
Sonuç:
Gemideki tüm hayvanlarla birlikte biz insanlar da binlerce yıldır buradayız.
Yani cehennemde...
Nuh'un dediği gibi dünyada insanlar olmasa dünya bir anda kendi dengesini bulacak ve gitmeyi hayal ettiğimiz cennete dönüşecek.
Gürül gürül akan derelerin yeri değişmeyecek, yemyeşil ağaçlar kesilip yerine grinin grisi gökdelenler dikilmeyecek, filler dişleri, tilkiler kürkleri, papağanlar konuşan dilleri için avlanmayacak.
Ve o cennete sadece hayvanlar yaşayacak.
Peki ya insanlar?
Kafanız karıştı değil mi?
İnsan soyu olarak cennettin nimetlerinden yararlanamayacaksak o zaman cennet niçin var?
Tekrar edelim o zaman. Cennet de cehennem de bu dünya. Biz insan soyu olarak cenneti başka yerlerde aradığımız için elimizdeki cenneti cehenneme çevirmişiz.
Tam bir kısır döngü. Hadi gel de çık işin içinden...
Avcı Toplayıcı
Aslında avdan ve avcılıktan söz edecektim, lakin söze Nuh'tan girince mecburen cehennemden çıktım.
İnsanlığın avcı toplayıcı olduğu dönemlerde avcılık da toplayıcılık kadar normaldi. Yemek için ne bitki ne hayvan yetiştiren, sadece bulduğunu yiyen, bulunduğu yerde yiyecek bir şey kalmadığında ise yer değiştiren insanlar, gün gelip tarıma ve hayvancılığa geçince avcılık da eski önemini yitirdi.
Artık yiyeceğini kendisi yetiştiren insan avlanmaya ve göçmeye gerek duymadı.
Gün geçtikçe bedeni çevikliğini, beyni de hislerini kaybeder oldu. Eski zamanlarda doğayla uyumlu yaşarken, sonrasında doğaya hükmetmeye kalkıştı. Geliştikçe doğadan koptu. Ne toprağın, ne havanın, ne suyun, ne güneşin, ne ayın sesini duyar oldu.
Bir tek avlanma işini unutmadı
Artık avlanmaya ihtiyacı olmamasına rağmen eline öldürücü ne geçirirse alıp daldı yaban hayatın ortasına. Önce sapanla başladı avlanmaya. Minicik kuşları bir taş ile indirdi yere. Tuttu kafasını koparttı, sonra da cansız bedeni fırlattı attı bir kenara.
Tüfek omzunda çıktı dağlara, bastı tetiğe, önüne çıkan hayvanı serdi yere.
Yaradılış özelliklerinden başka bir suçu olmayan hayvanların postunu çaldı, dişini çaldı, derisini çaldı, kafasını kesti duvarına astı.
Öldürdüğü hayvanın postu ile ısınmak, derisi ile giyinmek değildi derdi. Beslenmek hiç değildi.
Öldürdüğü yabani hayvanlar onun besin zincirinde değildi. Hayvanın karşısına elinde tüfek ile çıkmamış olsa öldürdüğü hayvanın besin zincirinde kendisi olabilirdi pekala.
Ah, "Tüfek icat oldu mertlik bozuldu" dedikleri ne kadar da doğru...
Aydın da olsa avcı avcıdır
Charles Darwin'den John James Audubon'a, Theodore Roosevelt'ten Ernest Hemingway'e kadar en aydın avcılar, kendilerini hayvan nüfuslarının sürdürülebilirliğine ve avlandıkları doğal alanların korunmasına adamış birer doğacı ve korumacı olarak görüyorlarmış.
Ernest Hemingway bir yandan "Afrika'nın Yeşil Tepelerinde" kitabında Afrika'da yok olmaya yüz tutan gergedanların nasıl öldürüldüğünü en vahşi biçimiyle anlatır.
Bir yandan da: "Biz, adım atar atmaz kıtalar yıpranmaya başlıyor. Oysa yerliler, o kıtayla uyum içinde yaşıyorlar. Ancak buraya gelen yabancı, ağaçları kesip yok ediyor, suları bitirip bozuyor. Bir ülkeyi ilk bulduğumuzda nasılsa, öyle bırakmalıyız. Bizler, yalnızca buranın doğallığını bozan yaratıklarız." diyerek insanoğlunun doğaya zarar verdiğini itiraf eder.
Bunun gibi pek çok kez kameraya poz veren Hemingway'in hiçbir sözü fotoğraflardaki bu gülüşü affettiremez.
Neden öldürdün şimdi sen o aslanı, söyle neden? Spor olsun diye mi? Yazılarına konu olsun diye mi?
Kan Sporu
Ernest Hemingway boğa güreşlerine de meraklıdır. Hani şu arenanın ortasına bırakılan boğanın matador tarafından öldürülmesi sporu(!). Ki boğaya arenaya çıkmadan önce yaşatılanları okuyunca, "Ölmüş de kurtulmuş" diyor insan. Boğanın ölmekten başka seçeneği de yok zaten.
Boğa güreşleri üç farklı sahneden oluşuyor ve bu süreç toplamda 20 dakika kadar sürüyor. Gösteri, boğanın pikador ile karşılaşması ile başlıyor. Pikadorlar arenaya at sırtında giren ve boğayı yormakla görevli olan öncüler. Pikadorlar, bu süreçte pika adı verilen bıçak benzeri bir aletle hayvanın boyun kaslarını kesiyorlar. Boğa kan kaybetmeye başlıyor. Pikadorların ardından sahneye asistan matadorlar çıkıyor. Asistan matadorların ellerinde, zıpkın benzeri dikenli bir silah bulunuyor. Banderilla adı verilen bu aletler, daha sonra boğanın bedenine saplanıyor ve ve boğa iyice etkisiz hale getiriliyor. Gösteri boyunca 6 kadar banderilla kullanılabiliyor. Boğa güçten düşürülerek saldıramayacak hale getiriliyor.
Son kısım trompetler eşliğinde başlıyor ve aşağı yukarı 6 dakika sürüyor. Öldürme işlemi esas matador tarafından gerçekleştiriliyor. Matador, elinde bulunan kılıçla hayvanın ana arterlerinden birini kesiyor ve ciğerleri ile kalbi büyük zarar gören boğa kan kusmaya başlıyor. Tüm bunlara rağmen hayvanın rahatça can vermesine de müsaade edilmiyor ve hayvan can çekişmekteyken kulakları ve kuyruğu kesiliyor. Bunun ardından da zincirlendiği aletle arenada gezdiriliyor ve seyirciler üstüne ellerine geçen çöpleri, boş şişeleri atıyorlar. Bu seremoniden sonra beden arenadan alınıyor ve gösteri tamamlanıyor.
(Köpek dövüşü, horoz dövüşü, deve güreşi, boks, bunların da boğa güreşinden pek farkı yok. Hepsi birer kan sporu.)
İçiniz kalktı, fena oldunuz değil mi?
Arenaya çıkmadan önce hayvana günlerce işkence ederek hayvanı arenaya hazırlayanlara(!), yine işkence ederek hayvanı arenada yaralayan pikadorlar ile asistan matadorlara ve son vuruşu yapan esas matadora çok mu kızdınız?
Peki ya bu vahşeti delice bir haz ile izleyen izleyiciler için ne düşünüyorsunuz?
Kim bilir, belki siz de İspanya'ya gittiğinizde bir boğa güreşi izlemeden dönmezdiniz...
Bir Teselli
Katalonya Parlamentosu Temmuz 2010'da, Meksika'nın Sonora eyaleti ise Mayıs 2013'te boğa güreşlerini yasakladı. Ekim 2013'te Fransız "Yeşil Parti" hükümete boğa ölümlerinin durdurulması yönünde bir öneri sundu. 2011 yılında Ekvador, hayvanların eğlence amaçlı öldürülmesini yasakladı. 2008-2013 yılları arasında İspanya'daki arenalarda gerçekleşen gösterilere katılım %40 oranında düştü. 2008 yılında İspanya'da toplam 3,300 boğa güreşi yapılırken, bu sayı 2013 yılında 500'e kadar düştü.
Antik Roma'nın Ölüm Arenası Colosseum
Boğa güreşini izleyen insanları kınarken, arenada insanların birbirlerini öldürmesini izleyen insanları da anmadan geçmeyelim. Boğa güreşi nasıl bir sektör ise, o dönemde Gladyatörlük de bir sektör olmuş.
M.S 80 yılında tamamlanan Colosseum'un 100 gün ve gece süren açılış oyunlarında 5 bin hayvan ve yüzlerce insan kurban edilmiş mesela. Bir iddiaya göre Titus, kendisinden sonra bir daha böyle ihtişamlı bir yapı yapmasın diye Colosseum'un mimarını dahi hayvanlara yem etmiş.
Dövüşen gladyatörlerin ölüm kalım savaşını izleyen halkın bundan ne kadar haz aldığını ve ölümü ne kadar kanıksadıklarını düşününce, eski dönemlerde "yaşamak ve ölmek" kavramlarının bugünkü gibi algılanmadığını düşünüyor insan.
Biz bugün yaşamayı da ölmeyi de çok mu abartıyoruz acaba?
Ava Giden Avlanır
Arenada ölümüne dövüşmek ile doğal ortamda avlanmanın tek ortak noktası "ölmek ve öldürmektir". Arenada dövüşen gladyatörlerden hangisinin öleceğinin bilinmediği gibi, ava giden avcının da ölüsü gelebilir avdan. Bazen seken bir kurşun, bazen kızgın ve çaresiz hayvanın saldırısı ile biter av partisi. Bu kez kaybeden taraf avcıdır. Avcı, ava giderken avlanmıştır.
Seyrek de olsa matador da boğanın hışmına uğrayıp canını verir. Lakin boğa eninde sonunda yine de öldürülecektir. Yaban hayvanı gibi kaçacak yeri mi vardır?
Avcı Hikâyeleri
Avcı hikâyelerinin fıkralara konu olacak boyuta ulaşmış olduğunu herkes bilir. Avcılar "En büyük boynuz", "En iri geyik", "En büyük diş" diyerek öldürdükleri hayvanları birbirleriyle yarıştırırlar. Bu arada da kantarın topunu biraz kaçırırlar. Avlarını ve avcılıklarını ballandıra ballandıra anlatırken, arkadaşlarının kendi avladıklarından daha ihtişamlı bir hayvan avladığını öğrendiklerinde ise üzüntüden ve kıskançlıktan delirirler.
Av Partileri - Safariler
İngiliz asilzâdeleri at üzerinde onlarca köpekle çıktıkları av partilerinde bolca ördek, sülün ya da tavşan vurup akşam sofrasında o hayvanların nar gibi kızarmış etlerini midelerine indirdiklerinde, avladıkları hayvanların doğada zaten avlanmak için bulunduklarını düşünüyorlardı. Onlar besin piramidinin altlarında ya da ortalarındaydılar nihayetinde.
Peki ya besin piramidinin üstlerinde olan arslan, kaplan, fil, gergedan avlamak da neyin nesiydi?
Yoksa insanın doğaya karşı sergilediği bir güç gösterisi miydi?
Aman avcı vurma beni
XVI. yüzyıldan bu yana gelenek halini almış olan klasik tilki avının ana vatanı da İngiltere'dir. İngilizlerde gelenek olan bu av, derebeylerinin, soyluların bu iş için özel olarak eğitilmiş av ve tilki köpekleri (foxhound) ile yaptıkları bir aktivitedir. Atlı olan avcı tüfek kullanarak kırmızı tilkileri vurur. Köpeğin görevi ise avın bulunması ve getirilmesidir.
Bir anlığına kendi alanınızda özgürce dolanırken etrafta av köpeklerin seslerinin yankılandığını, avlanacak olan tilkinin siz olduğunuzu düşünün.
Kötü bir his değil mi?
Besin Zincirinde İnsan
Besin zincirinde bulunan hiçbir canlı bu besin zincirine zarar verecek bir harekette bulunmuyordu ve zincirin kendisine sağladığı kısımda hayatta kalıyordu.
İnsan için besin zincirinin dışında desek de, aslında içinde. Piramitte ne altta, ne üstte, belki de ortalarda bir yerde. Tamam da, ya et yemeyenler ile ot yemeyenler nerelerde?
Yaban Keçisinden Ötürü
Bu yazı soyları tükenme tehlikesi altında olduğu için avlanması kesinlikle yasak olan Anadolu Yaban Keçisi'ni avlayanlar yüzünden yazıldı. Kahramanmaraş'ın Elbistan ilçesinde 100 yıl sonra ilk kez görülebilen "Anadolu Yaban Keçisi"ni kaçak olarak avlayan 2 kişiye, 23 bin lira idari para ve tazminat cezası kesildi. Bu ceza eminim iyi bir ders olmuştur kendilerine. Daha da ellerine tüfek almazlar.
Avladıkları keçinin bu kadar kıymetli olduklarını bilmiyorlardı ihtimal. Ama arkadaş, yasak diye de bir şey var değil mi? Bir şey biliniyor da konuluyor o yasak.
Uyunuz...
Bu arada yazı için araştırma yaparken devlet tarafından avlanma ihaleleri açıldığını, avlak yerlerinin tespit edildiğini ve Tarım ve Orman Bakanlığı'nın sayfasında yayınlandığını, avlanacak hayvanlara kota konulduğunu, Av Turizmi adı altındaki etkinliklere yurt içi ve yurt dışından epey katılım olduğunu, elde edilen gelirin de avlanma sahasındaki köylere aktarıldığını okudum.
"Vuracaksın madem, bari bas parayı, vur hayvanı!" demişler, bir de yer göstermişler.
Demek ki zaman zaman bazı hayvanların nüfusunu azaltmak gerektiğini düşünmüşler.
Hay Allah! İnsan nüfusunun da fazlaca arttığını düşünüyorlar mıdır acaba?
Avlanmanın Nesi Kötü?
Üretilen hayvanların kesiminde de kan akıyor, avlanan hayvanların da kanı akıyor. O zaman avlanmak neden kötü?
Çünkü avlanmakta orantısız güç var. Köşeye kıstırmak var. Peşine düşmek var. Hile var. Korkutmak var. Hayvanı doğal ortamında gafil avlamak var. Çaresiz bırakmak var. Bir nevi işkence etmek var. Doğanın dengesini insan eliyle bozmak var.
Doğanın kendi düzeninde avlanmak zaten var. Güçlü olan avı kapar, atik olan avcıdan kaçıp canını kurtarır. Avlanma sayesinde sürüdeki zayıf ve yaşlı hayvanlar ayıklanıp sürü her zaman diri ve sağlıklı kalır.
Doğada birileri birilerinin avı, birileri de birilerinin avcısıdır. Tüm canlılara üremek için de, saldırmak için de, savunmak için de türlü çeşit hasletler verilmiş. Onlar bu düzen içinde bir anda avcı iken av, av iken avcı olabilirler. Yaratan böyle yaratmış, düzen böyle.
Ey insan evladı, sen bu düzenin içine elinde silah ile girme. Sana zararı olmayan hiçbir canlıya el sürme.
Cenneti cehenneme çevirme...
Ey avcıyı karşıdan izleyen izleyici, sen de yılan derisi çanta, krokodil ayakkabı, tilki kürkü, fildişi tarak gibi ürünler olmadan yaşayamam deme.
Sen de bunları talep etme...