SON DAKİKA
Hava Durumu

Ben sana doktor olamazsın demedim!

Yazının Giriş Tarihi: 21.10.2024 16:21
Yazının Güncellenme Tarihi: 22.10.2024 09:24

Köstebek oyununda bir türlü öldüremediğimiz köstebek, kafasını bir oradan bir buradan çıkartıp adeta bizimle dalga geçiyor. Bir bakıyorsun bir Anadolu köyünde bir kız çocuğunun canını alıyor, bir bakıyorsun İstanbul’un göbeğinde onlarca, hatta belki de yüzlerce, bebeği katlediyor. Tam yakalayıp kafasına vuracakken tokmağın ucundan kaçıyor, hiç umulmayan bir yerde tekrar baş veriyor.

Köstebek bu kez nereden çıkacak, bu kez ne yapmış olacak, bu kez kimlerin canını yakacak diye elimizde tokmak, gözlerimiz bir o yana bir bu yana, paranoyanın sınırlarında geziyoruz.

Her defasında daha küstahlaşmış, daha vahşi, daha duyarsız, daha acımasız, daha şeytani olarak çıkıyor ortaya. Beslendiği kan ile sırtını dayadığı dağ onu daha da güçlendiriyor.

Biliyorsunuz; köstebek biz tepesine çökemeden başını derinlere daldırdığı için (diğerleri gibi) unutulmaya yüz tutan Narin vakası, yerini süt kokan bebeklerin yoğun bakımlarda katledilme vakasına bıraktı.

Doktorundan hemşiresine, acil servis telefon görevlisinden ambulans şoförüne kadar zincirdeki tüm halkalar kir pas içinde bağlanmışlar birbirine. Zincirin başı ise nerede, kimlerin elinde, bilinmez…

Şehir hastanelerinin şehir dışında, pıtrak gibi çoğalmış, neredeyse apartmandan bozma özel hastanelerin şehrin kalbinde yer aldığı bir politika sayesinde, özellikle de cehaletin yoğunlaştığı bölgeleri kendilerine üs tutan çeteler, sistemin boşluklarından faydalanmayı kendilerine şiar edinmiş. Ağı öyle bir germişler ki, düşmemek elde değil.

Dünyaya yeni getirdiğin can paren için diyorlar ki, “Yoğun bakımda kalmalı!”.

“Olmaz. Ben evimde bakarım…” mı diyeceksin? Tabii ki ne derlerse yapacak, ne isterlerse vereceksin. Bunun için çok okumuş ya da hiç okumamış olmana gerek yok.

Can bu, telafisi yok.

Yeni doğanlara ettikleri yetmiyor, yaşlılar için de aynı oyunu oynuyorlar.

Gecesini gündüzüne katarak seni yetiştirmiş anan baban için hesap kitap mı yapacaksın? Tabii ki yapmayacak, ne söylerlerse dinleyeceksin…

Hem, doktora güvenmeyeceksin de kime güveneceksin? Okumuş koskoca doktor olmuş. Onu dinlemeyeceksin de kimi dinleyeceksin?

Nihayetinde sen; “Öyle geliştik ki, doktor bile dövüyoruz!” taifesinden değilsin.

Hemşireye güvenmeyeceksin de kime güveneceksin?

Nihayetinde sen, gecenin bir vakti nöbetten çıkıp evinin yolunu tutan bir hemşireye “Gecenin bu saatinde ne işi var sokakta?” diyen güruhtan değilsin.

Ambulans şoförüne güvenmeyeceksin de kime güveneceksin?

Nihayetinde sen bir ambulansın yolunu kesen, şoförünü darp edip, hastanın hastaneye gecikmesine ve dolayısıyla ölümüne sebep olan güruhtan değilsin.

112 telefon servisindeki sese güvenmeyip kime güveneceksin?

Nihayetinde sen 112 acil telefonunu yalan dolan ihbarlarda bulunarak yok yere meşgul eden güruhtan değilsin.

Meğer sen yoğun bakım kapılarında inim inim inlerken ve bir umut ışığı için doktorun gözünün çiçeğine bakarken, insanlıktan nasibini almamış bu yaratıklar, “Para, Para, Para!” nidalarıyla acımasızlıkta zirve yaparak marifetlerine marifet katıyormuş.

Sistemi köstebek gibi kazıyor, tünellerle birbirine bağlıyor, kendilerine biat etmeyenleri analarından doğduğuna pişman ediyormuş.

Meğer giydikleri bembeyaz önlükler ile içlerinin karasını saklıyorlarmış.

Meğer ettikleri Hipokrat Yemini ile dalga geçiyor, yeminde söyledikleri her şeyin tersini yapıyorlarmış.

Mesleğini layıkıyla yapmaya çalışan, her şartta hizmette kusur etmeyen, vicdanlı, ahlâklı, merhametli ve sağlam bilgili sağlık çalışanları yüzü suyu hürmetine ayaktayız hâlâ. Ki kendilerine “Giderlerse gitsinler!” dendi. Birçoğu da gitti…

Kalanlardan hangisinin eğri, hangisinin doğru olduğunu bilmediğimiz bir sağlık sistemi içinde elimizde kandil ile “doktor” arayacağız çaresizce.

Büyük, karanlık ve kesif bir kara bulutun içine girmiş bir uçak dolusu insanız biz artık. Pilot bizi neden bu kara bulutun içine soktu? Bu buluttan sağ salim çıkabilecek miyiz? Yoksa buluttan çıkar çıkmaz karşımızda dik bir dağ görüp çarpacak ve paramparça mı olacağız? Hostesler oksijen maskelerimizi takmamıza yardım edecek mi, yoksa maskelerden oksijen yerine gaz mı verilecek?

Emniyet kemerlerimiz sağlam mı, yoksa hepsi gevşek mi?

Ve bunlar bizi kendi halimize bırakıp paraşütle mi atlayacak?

Yıllarca eğitim şart dedik, her şeyin başı cehalet dedik.

Cehaleti yok etmek için diploma yeterlidir sandık. İnsanlık sınavından geçemeyince diğer tüm sınavlardan kalındığını anlamadık.

Sonunda dönüp dolaşıp: “Ben sana doktor/pilot/avukat ve diğerleri olamazsın demedim, adam/insan olamazsın dedim!” noktasına vardık.

İnsanlığımızı örseleyerek bizi birer zombiye dönüştüren bu sistemde yine de “eğitim-öğretim şart” diyoruz.

Toplumu oluşturan piksellerden biri olarak her birey önce kendini ölçsün, biçsin, tartsın. Eğriyse doğrultsun, yamuksa düzeltsin, eksikse tamamlasın.

Sonra yakın çevresinden başlayarak insanlığı halka halka çoğaltsın…

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.