Bir önceki yazımda "mutlu aile mutlu çocuk" teması üzerine yazmış, "evli-mutlu-çocuklu" hadisesini sorgulamıştım.
Bu yazımda ise "İnsanın aşkı gelince hedef gözetmez mi?" ve "Kişinin anne-baba olmak istememesi suç mu?" diye sorgulayalım.
Figen Şakacı'nın Pala Hayriye romanındaki Pişti hikâyesinden uyarladığı, Podyum Sanat Mahal ve Şogen Film ortak projesi olan "Topuklu Terlik Süt Yapar" oyununu izledim bu gece.
Bu yazı da oradan çıktı geldi.
Oyun boyu aşkı, sevgiyi, anneliği, kadınlığı, erkekliği, ilişkileri, bireysel özgürlükleri, korkuları, özlemleri, hayalleri ve gerçekleri her karakterin kendi bakış açılarından gördüm.
Malum; Kadınsan kutsal anne olmak birinci vazifen. Hoşlandığın birisi ile birlikte olduysan ona aşık olman da lazım, onu bebeğine baba yapmak için de onu önce kendine bağlaman lazım.
Erkeksen, her kadınla birlikte olabilirsin. Hoşlanmış ve bir gece birlikte olmuş olman ilişkinin uzatılabileceği anlamına gelmez. Cinselliğe "aşk" anlamını katmana gerek yoktur. Lakin eğer tedbirli davranmazsan bir bebeğin babası olma ihtimalin yüzde 1500.
"Topuklu Terlik Süt Yapar"
Oyunda, hamile, bekar ve 40 yaşında ama henüz büyümemiş bir kadının (Müjde) karnındaki bebeği doğurmaktaki çekinceleri, aynı zamanda arkadaşı da olan jinekolog (erkek) doktor ile doğurup doğurmama üzerine aralarında geçen diyaloglar, kendi evliliğinin rutininden sıkılmış olan doktorun hamile kadına olan yaklaşımının farklılaşmaya başlaması, kadının bunu anlamaması ve bebeğin babasıyla olan ilişkilerini anlatması, içilen içkiler, dolanan diller, değişen haller resmedilmiş.
Resmi biraz daha detaylandıralım:
Bebeğin babası (Yiğit) ile arkadaşları olan çift sayesinde bir partide tanışıyor Müjde. O geceyi birlikte geçiriyor Müjde ve Yiğit. Müjde halinden memnun, Yiğit ise bir an önce kendi hayatına dönme telaşında.
Belli ki Müjde aşk arayışında, Yiğit'in derdi ise aşk değil, tamamen "ihtiyaca binaen".
Müjde kendini sevdirmek ve anlaşılmak için çırpınıyor, Yiğit ise 'aşkın ne gereği var' diyor.
Bir de Yiğit'in, Müjde'nin arkadaşı (Meral) ile ilişki yaşadığı ortaya çıkmıyor mu?
Müjde ve Meral, iki can ciğer arkadaş birbirlerine düşmüyor mu?
Yılların dostluğu büyük bir sarsıntı geçirmiyor mu?
Yıllardır biriken kirli çamaşırlar ortalığa saçılmıyor mu?
Ama yine de Müjde, karnındaki bebeğin babasına aşık olan arkadaşına kıyamıyor ve Meral'e, "Yiğit'e çok mu aşık oldun?" diye soruyor. "Evet," diyor Meral, "çok aşığım!".
"Peki," diyor, "o da sana aşık mı?".
"Bilmem," diyor kadın, "hiç sormadım!"...
Belli ki aşık olmak yetmiş Meral'e...
Oyunda, yaşadığı her keskin virajda kıyafetinden bir parça söküyor Müjde. Söktüğü her parça ile hayatından bir safra atıyor sanki.
Sonunda bir cesaretle Yiğit'e hamile olduğunu ve bebeğin babasının da kendisi olduğunu söylüyor.
Yiğit, "Ben baba olmak istemiyorum, sorumluluk almak istemiyorum, hayallerimde evli-mutlu-çocuklu olmak yok, özgür yaşamak ve daldan dala konmak istiyorum." diyor.
Müjde de bu yaştan sonra bir bebekle uğraşmak, uykusuz kalmak, veli toplantılarına katılmak, kilo alıp bozulmak istemiyor aslında.
Ama olan olmuş bir kere.
Yiğit merhamete gelerek son bir jest yapıyor ve "Kürtaja giderken haber ver, yanında olurum." diyor.
***
Kızdınız mı Yiğit'e?
Kızmayın.
Kızacaksanız eğer, Müjde'ye de Yiğit'e de ayrı ayrı kızın.
"Madem bir bebeğe hazır değildiniz, o zaman niye ona göre sevişmediniz?" deyin hattâ.
"Aşk tek kişiliktir"
Oyunda da görüldüğü üzere insanın yalnızlığı ne kadar büyükse "aşkı" da o kadar büyük oluyor. Kişinin aşık olası geldiyse gözü dünyayı görmüyor. Kendisine bir kurban seçip ona delice tutuluyor. Onu hayalindeki kişi yapmaya çalışıyor. Sindirella olup prensime kavuşacağım diyerek, 38 numaralı ayağını 35 numara ayakkabıya sığdırmaya çalışıyor.
Sonra da gelsin ağrılar, sancılar, nasırlar, topuk dikenleri, kemik çıkmaları, arkadan önden, sağdan soldan vurmalar.
Sancılar canına tak edip de gözü açıldığında tası tarağı toplayıp, aşkını da bohçasına katıp çıkıyor kapıdan usulca.
Nihayetinde aşk onun aşkı.
Ve bir tüyo;
İnsan nasıl sevilmek istiyorsa öyle seviyor.
Aşkın kötü halleri
Aşık olduğu kişinin kendisine aşık olmama özgürlüğünü tanımayan erkekler "Seni başkasına yar etmem, ya benimsin ya kara toprağın!" diyerek bir ana babanın gözü gibi baktığı, çiçek gibi yetiştirdiği evladının canını şıp diye alıyor.
"Aşkım için yaptım hakim beğy!" diyorlar sonra da.
"Aşk nedir evladım?" diye sormuyor hakim bey oracıkta.
"Onlarca can almış bir katili bile ha deyince idam edemiyorken hukuk, sen nasıl oluyor da sadece seni istemedi diye bir cana kıyabiliyorsun?" demiyor.
***
Yazının sonunda oyundaki performanslara değinelim.
Oyunun yazarı Figen Şakacı demiştik. Yönetmen aynı zamanda oyunda da rolü olan Altuğ Görgü. Kostümleri Neslişah Yılmaz hazırlamış.
İrem Altuğ, Atilla Can Çelebi, Murat Liman, Nilgün Türksever, Özlem Toptaş ve Altuğ Görgü sahnede harikalar yarattılar. Bir an bile oyundan kopmadım. Tek perdelik oyunda zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Oyun sonunda tüm ekip ve izleyiciler arasında bulunan yazar Figen Şakacı izleyiciyi selamladı.
Oyunun adındaki topuklu terlik ve süt hadisesi nedir diyecek olursanız, bu gizemi de oyunu izleyeceklere bırakalım...
Podyum Sanat Mahal
Podyum Park içerisinde yer alan bu sahnede izlediğim oyunlarda hep ön sıralarda oturdum. Sahnenin zeminle bir olması, her şeyin önümde yaşanması tiyatro izlemenin hazzını yaşatıyor bana.
Lakin, arka sıralarda oturursam oyuncuların mimiklerini seçemeyebilirim, oyuna yeterince odaklanamayabilirim diye düşünüyorum. Sonuçta birçok kişi arkada oturuyor.
Sanat Mahal hem çok dik basamaklı, hem de koltukları rahatsız bir salon.
Yine de nefes alabildiğimiz bir mekân olarak iyi ki var...