Adalet ve Kalkınma Partisi ülkede çıkartılan ekonomik krizin ardından emperyalizmin tercihleri ve destekleri sayesinde 2002 yılında yapılan genel seçimlerde iktidara geldi.
İktidara gelidiğinde kendilerine destek verenler sadece emperyalizm değildi; aynı zamanda ülkemizdeki dinci tarikatler, cemaatler, MÜSİAD, TÜSİAD, sağlı-sollu liberaller, kürt hareketi büyük destek verdiler.
AKP’nin jandasındaki proje, bir zamanlar “ilk durakta inecekleri" tramvaya benzettikleri demokrasiyi rafa kaldırmak, çağdaşlığa ve aydınlanmaya direnen, ortaçağa ait anlayışıyla bir mezhebe dayalı dinci faşizan bir rejim kurmaktı. AKP bu amacına ulaşmak için ilk dönemde Avrupa Birliği’ne katılım görüşmeleri sürecinde reformları uygulama sözünü verdi. Özgürlük, demokrasi ve insan hakları söylemleriyle bir kısım ‘sol’ ve ‘aydın’ kesimin desteğini aldı. Kürt siyasi hareketi ile ‘çözüm’ süreci başlattı; bu süreci de sorunun çözümünden çok, seçimleri kazanmak ve iktidarını güçlendirmek maksadıyla kullandı.
Para arzındaki küresel genişleme sonucu sağlanan sıcak para ve kamu varlıklarının satışından sağlanan gelirler sayesinde artan nispi ekonomik refah ortamında büyük ölçüde halkın desteğini almayı başardı.
ABD ve NATO’nun yeni konseptine uygun olarak ‘askeri vesayeti’ yıkacağız diyerek TSK’nin komuta kademesi, yapılan operasyonlar ve açılan davalarla yargı eliyle tasfiye edildi ve yeniden yapılandırıldı, devlet içindeki “derin” yapıların tasfiye edileceği söylemiyle “Ergenekon Terör Örgütü” davası kapsamında muhalif kesimlere karşı savaş açıldı. Yapılan hukuksuzluklarla gerçek suçlar ve suçlular gizlendi. Hukuksuzluklara itiraz eden tüm muhalif kesimler "darbeci" ilan edildi. Sağlı-sollu liberallerin de desteği ile hukuksuz fiillere meşruiyet sağlandı.
Devlet bürokrasisi tamamen AKP’nin eline geçti, kuvvetler ayrılığı fiilen ortadan kaldırıldı, yargı tamamen iktidarın kontrolüne girdi. Mevcut durumda artık bir parti devletinden söz etmek her halde yanlış olmayacaktı.
Siyasi İktidar, denetimi ele geçirdikçe muhalif olanları, kendilerine ayak bağı olduğunu düşündükleri en yakın iktidar ortağı müttefiklerini bile yargı marifetiyle büyük ölçüde tasfiye etti. Bu yol temizliğinden sonra, kullanım süreleri dolan liberaller de buruşturulup bir kenara atıldı.
AKP, tahkim ederek güçlendirdiği iktidarında projelerini tedricen uygulamaya başladı. Laik sisteme karşı savaş açtı, 4+4+4 düzenlemesi ile “kesintisiz eğitim” vurgusu kaldırılarak ilköğretim iki kademeye ayrıldı. Böylelikle ilkokul ve ortaokul dörder yıl oldu. Orta öğretimin imam hatipleşmesinin yolu açıldı. TÜRGEV gibi dinci vakıf kuruluşları aracılığıyla yasadışı bir şekilde eğitim sistemine dışarıdan yön vermeye çalışıldı. Türban serbestîsi anaokuluna kadar indirildi, kamu kuruluşlarında kadın çalışanların işe alımında türban adeta fiili kıstas haline getirildi. Resmî kurumlardaki çalışma saatleri, bir dinin mensuplarının ibadetlerini gerçekleştirebileceği zaman dilimine göre ayarlanması için genelge çıkarıldı.
Ötekileştirici ve kutuplaştırıcı siyasetle uygulamaları sorgulamayan, her türlü çirkinliği görmezden gelen, kendisi gibi düşünmeyenleri düşman sayan kin ve nefret dolu bir anlayışta iktidara her koşulda destek verebilecek, kültürel ve sosyolojik olarak ‘dindar ve kindar’ bir tabanın oluşması sağlandı.
Çalışanların örgütlülüğü yok edildi. Cinayeti andıran iş kazaları çığ gibi büyüdü. Millî Görüş çizgisinde ‘Adil Düzen’i savunurken, yeni dönemde kapitalizmle hemhal olup, paranın tadı keşfedildi! Öyle ki, kamu kaynakları yağmalanarak, devletten olanaklarından beslenen vurguncu İslamcı bir sermaye sınıfı yaratıldı.
Kimi medya kuruluşlarına el konularak yandaş bir basın meydana getirildi. Basın özgürlüğü neredeyse yok edildi. Birçok gazeteci siyasi iktidarın hoşlanmadığı haberleri yüzünden tutuklandı.
Kürt hareketi ile başlatılan “çözüm süreci” karşılıklı olarak rafa kaldırıldı. "Çözüm süreci"nin bitişinin ardından ülke, Güneydoğu'da hendek olayları ile yaşanan yoğun çatışmalara sahne olurken, dinci-faşizan bir baskıcı rejime, yolsuzluk bataklığından beslenen, bilim ve akıl dışı laiklik düşmanlığına, yani özetle ortaçağ karanlığına doğru götürülmeye başlandı.
Dış siyasette AKP sayesinde ‘komşularla sıfır sorun’ derken, bütün komşu ülkelerle ilişkiler sorunlu hale geldi, ülke AKP iktidarı eliyle ‘değerli yalnızlığa’ mahkûm edildi! Mezhepçi bir anlayışla bazı ülkelerin iç işlerine müdahale edildi, Suriye’de rejimle çatışan "cihadist" yapılar desteklendi.
Sonuç olarak; sol yanını yiyip tüketen Kemalist Cumhuriyet beslediği siyasal İslamcılar tarafından hukuken değilse bile fiilen yıkıldı. Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş başkanlarından birinin başkanlığında “bir proje partisi’ olarak siyaset sahnesine çıkan ve ülke idaresini fiili olarak tek adamcı saray yönetimine dönüştüren AKP, uygulamaya koyduğu projesiyle, basın ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldıran, demokrasiyi yok eden, örgütsüzleştirdiği geniş halk yığınlarını acımasızca sömüren, en masum demokratik eleştiri ve hak talebini bile hukuksuz biçimde bastıran, icraatlarıyla hukuk tanımayan, kamu kaynaklarını ve doğayı tahrip ve talan eden uygulamalarıyla yolsuzluğa batmış, dış politikada mezhepçi-yayılmacı, Anayasa Mahkemesi'nce tescillenmiş Laik Cumhuriyete karşı olan tutumuyla siyasal İslamcı bir partidir. Partinin başkanı “tek adam” rejiminin başkanıdır.
AKP Genel Başkanının yapacakları için hiçbir sınır yoktur. Onu engelleyecek ne yasa ne anayasa ne de devlet gücü vardır. Devlet dediğin ta kendisidir. Yasalar sadece kendilerinden olmayanlara uygulanacaktır. Kendilerine her şey serbesttir. İktidara geldiklerinde de yazmıştım; kendileri iktidardan gitmemek için geldiler. Bunca sarayları, bunca şatafatı muhalefete vermek için yapmadılar.
Bu iktidardan kurtulmak için sadece seçimde iktidar olmak için çalışmak yetmez; bunun için ‘tek adam rejimini’ değiştirmek ve demokratik laik bir sosyal devlet sistemini kurmak için çalışmak gerekir. Bu başarılırsa bunun adı barışçıl yollarla demokratik bir devrim yapmaktır. Bundan başka da bir çare yoktur.