SON DAKİKA
Hava Durumu

Gençlere, "Bir hikâyeniz olsun!" diyorlar

Yazının Giriş Tarihi: 21.07.2024 00:32
Yazının Güncellenme Tarihi: 21.07.2024 00:32

Her yıl olduğu gibi, bu yıl da, bir kere daha sınava çekildi gençler. Yine, yeni bir "Üniversite Tercih Günleri" karmaşası yaşanıyor. Uzmanlar, eğitimciler ekranlarda boy gösterecekler, günlerce konuşulacak. Geleceğin meslekleri sıralanacak tek tek. "Yazılım önemli" diyecekler. Belki, adını bile bilmediğimiz meslekler konuşulacak. Hatta "Bu da yetmez" diyecekler, "bir hikâyeniz olmalı." Yâni sosyal, siyasal, kültürel, sanatsal vb. alanlardan birinde de uzmanlık ölçüsünde başarılı olmalısınız! Genellikle tüm bu konuşulanlar, belki de sayıları bini bile bulmayan, en başarılı öğrenciler içindir. Oysa, o en zeki çocuklar zeten daha yıllar önce belli cemaatler veya kuruluşlarca tespit edilmiş ve belli alanlara da yönlendirilmiştir çoktan. Anlayacağınız, çoğunluk için kimsenin söyleyecek pek bir sözü de yoktur. Öyle olunca da, konuşulanlar havanda su dövmek gibi görünür bana. Sorunun sistemde olduğunu söyleyenlerin cılız sesleri de bu büyük büyük söylemler arasında kaybolup gider.

Eskiden herkes okumak zorunda saymazdı kendini. Zorunlu eğitimi bitirip bir yol seçerdi; şoför, tamirci ya da çiftçi olurdu örneğin. Akranları üniversiteyi bitirene kadar, o çoktan işini, hayatını kurmuş olurdu. Bazıları evlenip çoluk çocuğa bile karışırdı, az çok hayatla da barışık olarak.

Böyle olunca da okuyanların bir saygınlığı, değeri de olurdu toplum nezdinde. Üniversite yıllarımda, benden birkaç yıl önce okumuş birisi "Biz belediye otobüsüne binip, 'şebeke' dediğimizde otobüstekiler başını çevirip bakardı" demişti. Üniversite öğrencisi olmanın toplumdaki saygınlığını anlatabilmek için. Bizim dönemimizdeki politik çatışmalar, üniversite öğrencisi imajının çok daha farklı algılanmasına neden oldu. Dolayısiyle öylesi bir izlenimim olmadı.

Toplum henüz diplomayla, kariyerle olan sınavını bitiremedi. Bir bilgi açlığı, bir öğrenme hırsı değil bu; devlette bir iş garantisinin anahtarı olabilecek, bir üniversite diplomasına sahip olma tutkusu aslında. İçi boşaltılmış bir lise eğitimini sindirememişken daha; olmadı, bir de yüksek lisans en kestirmeden. Bu açlığın aynı zamanda yaratıcısı da olarak yönetenler sorunu çok hızlı kavrayarak, adrese teslim bir sürü üniversite açtılar ülkenin dört bir yanında. Neredeyse küçücük kasabalarda bile fakülteler, son yirmi yılda adeta patladı. Yöre halkı da ticarî getirisi dolayısıyla pek rahatsız olmadı bu işten. Hatta öylesine hızını alamadı ki iktidar bu konuda; özel, vakıf-cemat üniversitelerini de teşvik ederek, konuya yeni boyutlar ekledi. Öğretim elemanı kalitesi, üniversite kültürü vs. bunlar hiç önemli değil, olurdu yavaş yavaş.

Bazı alanlardaki aşırı kadro yığılmasını saymazsak, son altı yedi yıla kadar hiçbir sorun yoktu. (Sorun yoktu, derken iktidar açısından diyorum. Yoksa, konunun uzmanı eğitimciler açısından süreç baştan sona sorunluydu.) Ekonomik krizle birlikte her alanda olduğu gibi, bu alanda da "büyü" bozuldu. O üniversiteler bitirildi, ama atanılanamıyor bir türlü bu kez de. Bir süre için birçok kurumda sözleşmeli vs. gibi yeni statüler uydurulduysa da, onun da sonu geldi. Hatta koca bir "bekçi ordusu" kadrosu da yaratılmışken. Yeri gelmişken; şu anda en önemli istihdam kaynağı polis, bekçi, özel güvenlik ve uzman askerlik. Yani, bitirilen üniversiteler bu işe yarıyor. Siz hangi hikâyeden söz ediyorsunuz? Devlet kendi eliyle mesleksizlestirdiği gençlere çözüm üretemiyor. Aileler de gayet "güzel" giden bu sürecin, nasıl olup da bir gün tıkanıverdiğini anlayamadı bir türlü. Adrese teslim o üniversiteleri bitirip, üstüne akademik ünvanlar da ekleyerek, üç beş ayrı kurumdan maaş alan iktidar yandaşlarını ayrı tutuyorum tabii ki.

O "adrese teslim" üniversiteleri bitirenlerden ailelerini ikna edebilenler, bir de yüksek lisans yaparak süreci uzatmaya çalışıyorlar. Gerçekle yüzleşmemek için son bir hamle daha. Bu arada da kurslar, dershaneler ve bitmeyen bir KPSS maratonu. Eğer bunun sonunda şansları varsa, eskiden lise mezunlarının başvurduğu işlerin peşine düşüyorlar. Meslek edinme yaşını da çoktan geçmiş olduklarından, başka da bir seçenekleri kalmamış olarak.

Bir meslek edinmeye ve üretime dönük hiçbir değeri olmayan bu sistem nasıl işleyecek? Yani, üretmeden nasıl olacak? Yeni kadro açmalar, maaşa bağlamalarla nereye kadar gidilecek? Hem de Maliye Bakanı borç bulmak için ülke ülke dolaşırken. Hatta, artık yeni yeni tasarruf önlemleri de açıklanırken.

Üniversite sınavlarında Türkiye 56.sı olmuş; Boğaziçi'ni birincilike, Harvard'ı 4.0 ortalama ile bitirmiş ve Cambridge'de doktora yapmış Özgür Bolat (Psikolog), "Benim çocuğum ne olsun biliyor musunuz? Bir kafede çalışsın, yeter ki iç huzuru olsun." diyor. Bir anlamı varsa, arz edilir... (Medya bilgisi, H. Y.)

Her büyük sınav öncesi ve sonrası uzmanların konuşmalarını izleriz televizyonlarda. Günlerce konuşurlar, tartışırlar... Çoğunu ben de izlerim, bir baba olmanın ötesinde bir anlama, öğrenme refleksiyle biraz da; her seferinde şaşarak görürüm ki, çok küçük bir azınlık içindir tüm konuşulanlar. Üniversite sınavında ilk bine veya bilemedin beş bine girenler... Hatta bir adım daha ileri giderek, "Girdiğiniz bölüm yetmez, bir hikâyeniz olsun!" derler. Bu çocuklar ülkenin en iyi üniversitelerinde veya yurt dışında bir üniversite bitirecekler, üstüne yurtdışında da en azından bir yüksek lisans veya doktora da yapacaklar. Onlar için ne söyleseniz ne yazar! Yüzde ellidekilere bir diyeceğiniz varsa, siz onu söyleyin, demek geçer içimden. Merak etmeyin, o süper zeka çocuklar kendilerine bir hikâye de bulurlar.

Bu arada türlü sınavlarla siz onları seçtiğinize inanadurun, bir gün ardına bakmadan yurt dışını da boylamış oluyor birçoğu. O büyük büyük sınavlar istediğimiz sonuçları da vermeyebiliyor çoğu zaman. Bu da biline...

Shiller'in ünlü "Eldiven" şiirinin hikâyesiyle bitirelim: Kralın, güzel kızına eş seçmek için bir sınav düzenleyeceği duyurulur ve tüm şövalyeler, en güzel elbiseleriyle arenada toplanır. Kral ve güzel prenses de locada yerlerini alırlar. Arenaya aç aslanlar, kaplanlar salınır önce. Herkes merakla, heyecanla kızın kimi seçeceğini beklerken; prenses, eldivenini çıkarıp, aslanların, kaplanların arasına atar ve eldiveni kim getirirse onunla evleneceğini açıklar. Salon buz kesmiştir, çıt çıkmaz. O da ne, bir şövalye merdivenlerden inmeye başlar. Arenadakilerin ve aslanların, kaplanların şaşkın bakışları arasında eldiveni alır ve prensese doğru yürür.

Gülümseyerek, onu süzen prensese "Matmazel, ihtiyacım yok teşekkürünüze!" der ve eldiveni prensesin önüne bırakıp, çekip gider.

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.