Sabahın 6.30'unda Beylikdüzü / Gürpınar sahiline inmiş sabahın alaca karanlığında yürüyorum.
Birden:
-"Günaydın müdürüm" diyen bir kadın sesiyle irkiliyorum. Sesin geldiği yöne doğru yöneliyorum. Çöp yığınlarının yanında dosdoğru bana bakıyor. Az ileride iki tekerlek üzerine yapılmış büyükçe bir el arabası. Beni gördüğüne sevinmiş gibi bir ses tonu vardı.
-"Günaydın" diyorum.
O an ne diyeceğimi ve nasıl davranacağımı bilemeden öylece şaşırmış bakıyorum. Şaşkınlığımı anlamış olacak ki, boynunu öne doğru eğerek savuşturmak istiyor. Günaydın dediği için ve benim şaşkınlığımı da görünce canı sıkılmıştı. Sevinçli ve gür sesinden eser kalmamıştı.
-"Siz dedi çocuklarımıza çok emek verdiniz, sağ olun".
35-40 yaşlarını gösteren bayanı tanımamıştım.
Ben daha gür sesle:
-"Nasılsınız, çocukların eğitimi nasıl gidiyor" diye sormaya çalışırken, öylece yüzüme sessizce bakıyordu.
Bu arada ben de hafızamı yokluyorum. Acaba hangi okuldan velim. Çıkarabilir miyim diye. Bir türlü anımsayamıyordum.
Birden:
- "Müdürüm sizi yürüyüşünüzden ettim. Haydi size iyi günler" dedi. El arabasına doldurduğu kâğıt atıklarıyla beraber çekip gitti. Sadece "kolay gelsin" diyebildim.
Tempolu yürüyüşüm kalmamıştı. Bir zaman öylece yürüdüm. Sabah yürüyüşlerinden aldığım o keyif yok olmuştu. Biraz yürüdükten sonra dönüp öğrenmeliydim, hangi okuldan velimdi?
Öğrencisi kimdi? Niye çöp toplamak zorunda kalmıştı? Acaba öğrencisi bizde okurken de atık kâğıt topluyor muydu?
Dönüp hızlıca karşılaştığımız yöne doğru yürümeye başladım. Gitmişti. Acaba hangi yöne doğru gitmiş olabilir diye düşünürken balıkçıların sesi yükselmeye başladı.
-"Canlı balık, canlı balık".
Küçük tekne balıkçılarıydı. Her sabah deniz kenarında üç beş kilo balık satmaya çalışırlardı. Balıkçılara velimi soracak oldum, soramadım. Suçluluk duygusu içinde hissetmiştim kendimi.
Sahilde gözükmüyordu. Üst taraftaki yola çıkmış olabilir diye o tarafa yöneldim. Ama yoktu.
Birden kaybolmuştu.
Tekrar sahile döndüm. Artık yürümek istemiyordum. Deniz kenarında Büyükçekmece Belediyesi'nin yaptırdığı banka oturdum. Belediye ne işe yarar? Devlet ne işe yarar? Ben ne işe yararım? diye kendime sorular sormaya başlamıştım.
On beş gün boyunca her sabah yürüyüşe indiğimde hep arar oldum. Yoktu. Bir daha karşılaşmadık. Ve o gün bu gün suçluluk duygusuyla yaşıyorum. Demek ben görevimi yapamamışım. Öğrencilerimi daha yakından tanımam gerekiyormuş. Sonra kendimi avutmak için diyorum:
-"Sonradan ekonomik durumları bozulmuş olabilir" diye.
Kendime kızgındım. Niye, kendisine hangi okuldan velim olduğunu sormadım. Öğrencim kimdi? Şimdi ne yapıyordu ki, sabahın karanlığında kâğıt artıklarını toplamak zorunda kalmıştı. Üstelik bütün tehlikeleri göze alarak.
Behçet Necatigil'in bir şiirini anımsadım o an. Anaları o şiirde ne güzel anlatmış ozan.
Çocuklar
Çarşılarda bir şey
Biz pek aramazdık çocuklar olmasaydı
Kasaplarda manavlarda bazı yorgun kadınlar
Hep de tenha saatleri seçerler
Sonra yavaş bir sesle
Çocuk için hasta kaç gündür yemiyor
Biraz et biraz meyve isterler
Sevdiği bir reçeli gün aşırı yalnız ona
Kaşıklarla beraber büyük bir üzüntü
Uykularda bile bitiyorsa
Yağların şekerlerin çayların
Annelere düşündürdüğü
İnsanlara, tezgâhlara, kâğıtlara kolaydı
Biz bu kadar eğilmezdik çocuklar olmasaydı
O gün bugündür, ne zaman kâğıt toplayan bir kadın görsem o mu diye koşturuyorum. Ne zaman kâğıt toplayan çocuk görsem, acaba benim velimin çocuğu muydu diye düşünür oldum.
Şimdi kendime daha çok kızar oldum. Sokakta çöp toplayan kim olursa olsun, neden hepsine aynı duyguyla yaklaşmıyorum.
Bana:
-"Müdürüm günaydın", dediği için mi daha çok arar olmuştum. Kendimi sorumlu mu hissetmiştim. Ama sokakta yaşayan ve kâğıt toplamak zorunda kalan tüm insanların bir yaşam öyküleri vardı. Hem de insanı yaralayacak türden.
Bizler, sorunları ve olumsuzlukları kanıksadığımız fark ettim. Bir kere kanıksamaya gör, her şey insana normal geliyor.
Artık kimse kendini sorumlu hissetmiyor. Herkes bir yerlere, bir mevkiye kapağı atmanın peşinde. Başarıyı para ve mevki olarak algılamaya başladık. Toplum içindeki değerler bakımından sanatçının, bilim insanın, eğitimcilerin değeri bunun için mi düşüyor? Hepimizin kendimizce bir nedeni var ya da neden buluyoruz. Kahrolası vicdanlarımız temizlemek için. Kâğıt toplamak zorunda kalan ama yine de çocuğuma verdiğiniz emek için teşekkür ederim diyecek ne kadar insan gibi insan kaldı?
Bana günaydın diyen ve çocuğu için teşekkür eden velim bana: "Değer belirlilik" duygusunu öğretti.
O gün bu gün her şeyi eleştirip bir şey yapmayan insanlar bana "boş teneke" gibi gelmeye başladı.
Açın akşam televizyon haberlerini sizde görürsünüz boş tenekeleri.
Kendim boş teneke olmamanın mücadelesini veriyorum.
Sizler kendinizi boş mu yoksa dolu teneke mi hissediyorsunuz?