SON DAKİKA

19 Mart darbe girişimi, yalnızca CHP ve İmamoğlu’na değil, Bahçeli’ye de yönelikti

Yazının Giriş Tarihi: 24.04.2025 07:35
Yazının Güncellenme Tarihi: 24.04.2025 13:15

Başlık şaşırtıcı mı geldi?

“Yok artık, daha neler mi?” dediniz!

Durun, az sabırlı olun; okursanız, anlatayım…

Başlayalım…

19 Mart darbe girişimi, tarihin akışını hızlandırdı ve Türkiye’de yeni bir dönemin kapısını araladı.

7 Haziran 2015 seçimi, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, 16 Nisan 2017 Anayasa referandumu, 24 Haziran 2018 genel seçimi, 31 Mart 2019 yerel seçimi, 23 Haziran 2019’da tekrarlanan İstanbul seçimi, 14 Mayıs 2023 genel seçimleri, 31 Mart 2024 yerel seçimleri adım adım yeni dönemi hazırlayan kilometre taşları oldu.

Ama her halde, 1 Ekim 2024 tarihinde MHP lideri Devlet Bahçeli’nin TBMM yasama yılı açılışında DEM milletvekillerine elini uzatması ve tokalaşmasıyla başlayan ve Bahçeli’nin tanımlamasıyla “terörsüz Türkiye” süreci bu yeni dönemi daha somut ve görünür hale getiren hamle oldu.

Akın Gürlek’in Bahçeli’nin DEM’lilere el uzattığı tarihten bir gün sonra, 2 Ekim 2024’te İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na atanmasıyla Türkiye, MHP lideri Bahçeli’nin “terörsüz Türkiye” gündemi ve ajandasıyla, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Akın Gürlek üzerinden başlattığı “kayyum atamaları” ve “Ekrem İmamoğlu” odaklı iki ana gündem ve ajandası arasında üzeri örtülmeye çalışılan “derin bir krize” evrildi.

“Bu tesadüfün” arkasındaki sis perdesi de elbet bir gün aralanacak…

İktidar çekirdeğinin kalbindeki AKP’li gazetecilerden Şamil Tayyar’ın X paylaşımıyla artık gizlenemeyecek merhaleye ulaşan Bahçeli-Erdoğan arasındaki kriz, aradan geçen 7 ayın ardından Türkiye’yi yeni bir siyasi sürecin eşiğine getirdi.

Biraz sonra aşağıda da tartışacağım gibi, Bahçeli’nin başlattığı “Öcalan süreci” de, Erdoğan’ın başlattığı “kayyumlar” ve “Ekrem İmamoğlu” süreci de aralarında konuştukları, anlaştıkları ve birbirlerini haberdar ettikleri süreçler değildi, ki en nihayetinde aylardır örtülü mesajlarla yürütülen bilek güreşi, “krizle” tanımlanacak aşamaya geldi.

Her halde bir uzlaşıyla ilerleyen süreçte aylardır birbirlerine karşı üstü örtülü mesajlar gönderme ve hamleler yapma ihtiyaçlarının hasıl olmaması gerekirdi.

Ama hepsi gözümüzün önünde oldu.

Bahçeli’nin oyun kurucusu olduğu ve DEM’le yürüttüğü Kürtlerle yeni bir uzlaşı arayışı ve “terörsüz Türkiye” projesi ile Erdoğan’ın yürütücüsü olduğu “Ekrem İmamoğlu” ve bir kez daha Cumhurbaşkanı seçilebilme arayışı arasında makas açılmış bulunuyor ve bana göre Rubicon çoktan aşıldı ve artık geri dönüşü mümkün olmayan noktaya evrildi.

Neden?

YA ERDOĞAN, YA DA BAHÇELİ GERİ ADIM ATACAK

Bahçeli’nin 7 aylık süre içerisinde X üzerinden yaptığı açıklamalar ile Erdoğan’ı “İmralı sürecine” zorla dahil etti. Erdoğan, kerhen ve gönülsüzce sürece eklemlendi. Bu arada, Bahçeli’ye karşı “Ekrem İmamoğlu” odaklı kendi gündemini ilerletti ve İmamoğlu’nun 19 Mart’ta tutuklanmasıyla artık iki gündemin birlikte ilerleyemeyeceği netleşmiş oldu.

Ya Bahçeli geri adım atacak, ya da Erdoğan!

Bunun orta noktası yok.

CHP’nin büyük bir başarıyla sürdürdüğü ve her geçen hafta bırakın azalması etkisi giderek artan ve büyük bir toplumsal desteği arkasına alan hamlesi, Bahçeli-Erdoğan arasındaki uzlaşma imkanını ortadan kaldırdı.

Özgür Özel’in güçlü bir siyasi lidere dönüşmesi, bedeni Silivri’ye hapsedilen Ekrem İmamoğlu’nun son olarak Almanya’ya seslendiği “Eurofighter savaş uçağı satışı vetosunu kaldırın” çağrısıyla da bir örneğini sergilediği “devlet adamı” kimliğini ve toplum nezdindeki algısını her geçen gün kuvvetlendirmesi gün be gün Bahçeli-Erdoğan koalisyonunu kopma noktasına götüren hamleler.

İşte başka bazı gerekçeler daha:

- Yozgat mitingi de bir kez daha gösterdiği gibi AKP’nin kaleleri yıkılmaya ve Erdoğan’ın dayandığı toplumsal taban tamiri zor bir şekilde yok olmaya başladı.

- Ekonomik kriz, yeniden güven tesis etme imkanı kalmayacak şekilde derinleşti ve iktidar değişmeden bu krizin bitmeyeceği 19 Mart ile ilan edildi ve tescillendi.

- Ülke içindeki ekonomik krizin ve siyasi istikrarsızlığın değil önümüzdeki 2-3 yıl, Trump ile birlikte dünyanın sürüklendiği buhran ve Suriye odaklı Ortadoğu’daki gelişmeler Türkiye’nin krizlere birkaç ay bile tahammülünün olmadığını gösterdi.

- Son bir aylık süreçte yalnızca İstanbul değil, Anadolu’nun her yerinden fışkıran toplumsal huzursuzluk ve isyan halinin, hızla ülkeyi yönetilebilir olmaktan çıkarma potansiyelinin yükselmesi, bu sürdürülemezliği perçinledi.

Ortada bir “Cumhur İttifakı” ama bir birinden ayrı siyasi ajandası olan iki ittifak lideri var ve gündemleri birbirlerini “ötekileştiriyor”.

ERDOĞAN’IN BÜYÜK HAYALİ VE HAMLESİ

Tüm bu somut verilerin dışında kanımca önemli bir gelişme daha yaşandı.

Aslında Recep Tayyip Erdoğan ve AKP, 7 Haziran 2015’te iktidarını kaybetti. Seçim gecesi Bahçeli devreye girdi ve Erdoğan iktidarını ayakta tutacak yeni bir süreci başlattı. Bana göre, o tarihten itibaren son 10 yıllık dönemde gerçek çekirdek iktidarı Bahçeli ve dayandığı devlet içindeki güç elinde tuttu. Erdoğan 10 yıldır, ekonomi, tarım, sağlık, eğitim, kültür, ulaştırma gibi alanlarda esneklik ve manevra alanına sahip olurken, yargı, güvenlik, dış politika gibi kritik alanlarda iktidar gücünü Bahçeli ile paylaşmak ve önemli ölçüde devretmek zorunda kaldı.

İşte Tayyip Erdoğan, Akın Gürlek süreci ile birlikte halk iradesini ve sandığı arka plana itecek, kontrolünde ilerleyecek Rusya tipi yeni bir siyaset mühendisliğine ve mimarisine yöneldi. Bu, hem muhalefeti dizayn edeceği hem de kendisinin yeniden seçilmesinin önündeki engelleri fiilen kaldıran bir süreç olacaktı. Karşısındaki en büyük siyasi güç olan CHP’nin parçalandığı, sindirildiği ve kontrol edildiği bir tabloda, siyasi denklem tamamen değişecek ve Erdoğan 2015 öncesi kudretine geri dönecekti. Ayrıca, yeni durumda siyasi mekanizmayı istediği gibi tanzim ettiği koşullarda, 2015’ten beri elini kolunu bağlayan Bahçeli’ye siyaseten bağımlı olmaktan da kurtulacaktı.

Sanılanın ve çokça yorumlananın aksine, “Erdoğan, DEM’le anlaşacak ve Kürtler’in oyuyla yeniden Cumhurbaşkanı seçilecek koşulları yaratmaya çalışıyor” değildi. Hayali ve hamlesi çok daha büyüktü. Hem DEM desteğine hem de aynı anda Bahçeli bağımlılığını sona erdirecek büyük bir oyuna girişti.

Tayyip Erdoğan, Ekim 2024’ten itibaren siyasi hayatının ve aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük değişikliğine yöneldi. Hani, rejim değişti diye hep konuşuluyor ya, gerçek rejim değişikliğini sağlayacak “altın vuruşa” kalkıştı.

Şimdi düşünsenize, Ekrem İmamoğlu hapse atılmış, benzer bir süreç için Mansur Yavaş’a yönelinmiş, CHP’ye kayyum atanmış ve birkaç parçaya bölünerek kendi iç sorunlarına boğulmuş ana muhalefet tablosunda, moral değerleri ve direnci kırılmış bir toplumsal dokuda tüm gündeme hakim olacak ve geniş bir manevra alanında yepyeni bir gündeme sahip olacaktı.

19 Mart darbe girişiminden iki gün önce Erdoğan’ın ABD Başkanı Trump ile telefonda konuştuğunu ve Özgür Özel’in ifadesiyle “Trump’tan icazet aldığı” iddiasını da anımsatalım. Böylece, en hafif tanımlamayla ABD’nin itiraz etmeyeceği (hatta uluslar arası baskının olmayacağı) yepyeni bir süreçle Erdoğan Türkiye’de yeni bir siyasi süreç başlatacak, tam otoriter bir sistemle hem siyasi riskleri hem de yeniden seçilme riskini kontrol altına alacak, ayrıca Bahçeli’siz yeni dönemi de aralamış olacaktı. Böyle bir siyasi tablonun Suriye ve İran gibi bölgeye yönelik politikalara nasıl yansıyacağını ise hayal edin.

Ama, olmadı, tüm hayalleri yüz binlerce yurttaşın direnişiyle yıkıldı.

CHP’YE KAYYUM ATANMASI NEDEN KRİTİKTİ?

Burada bir ayrıntıya özellikle dikkat çekmek isterim.

19 Mart gecesi halk sokaklara döküldüğü andan itibaren MHP ve Bahçeli’den gösterilere ve sokağa dökülmeye karşı günlerce kayda değer bir açıklama ve tepki gelmedi. “Bu çok önemli mi” diye tereddüt edebilirsiniz. Evet, hem de çok önemliydi. Açıkça, bu Erdoğan’ın tek başına aldığı bir karar olduğunun işareti ve aynı zamanda göstericilerin üzerine güvenlik güçlerinin daha sert bir müdahaleyle gidilmesini engelleyici bir durumdu.

Eğer Bahçeli’nin 19 Mart’a ilişkin bir bilgisi ve açık desteği olsaydı, yüzlerce polisle Ekrem İmamoğlu’nu gözaltına almaya giden bir gücün ve kararlılığın, kayyum atama kararı aldığı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni de anında ablukaya alması ve sert müdahaleyle ilk andan itibaren kimsenin toplanmasına izin vermemesi ve kontrolü elinde tutması beklenmeliydi.

CHP’ye kayyum atanması, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum atanmasından daha büyük ve öncelikli hedefti. Onun için Rasim Ozan Kütahyalı (ROK) olayında da ortaya çıktığı gibi son bir aylık süreçte partiye kayyum atayabilmek için her fırsat aralığı sonuna kadar denendi. Ama son girişimin olduğu gün Bahçeli’nin “CHP’ye kayyum atanamaz” çıkışı geri adım attırdı. Bu bile tek başına aralarındaki uzlaşmazlığın işareti.

Anımsatmak isterim, hemen her açıklamasında kurduğu cümlelerle ağır eleştirilerde bulunan ve neredeyse “CHP’ye yok hükmünde” bir değer atfeden Bahçeli, bunu sağlayacak bir imkana izin vermedi.

Bence, Erdoğan, İmamoğlu’nun diploma iptalini de tutuklanmasını da Bahçeli’den habersiz ve eşgüdümsüz gerçekleştirdi ve Bahçeli’nin uzun süre yoğun bakımda kaldığı sağlık sorunları sürecini de siyasi fırsata dönüştürmek istedi.

19 Mart süreci CHP başta olmak üzere muhalefete bir darbe girişimi olduğu gibi bu aynı zamanda MHP ve Bahçeli’ye yönelik bir darbe girişimiydi. Eğer süreç planlandığı gibi ilerletilebilseydi, CHP ve ana muhalefetin liderleriyle birlikte etkisizleştirildiği, MHP ve Bahçeli’nin siyaseten boşa düşürüldüğü, parlamento aritmetiğinin istenildiği gibi oynanabileceği bir siyasi güç alanı inşasının ilerletildiği, arzulanan seçim yasaları ve süreçlerinin tesis edileceği yepyeni bir gündemi konuşuyor olacaktık.

SON SÖZÜ KİM SÖYLEYECEK?

Hasılı, artık her şey taraflar açısından bu kadar açık ve net bir hal almışken, Şamil Tayyar’ın bildirdiğine göre Erdoğan ile Bahçeli bir araya gelerek eski denge noktasına doğru yeniden bir uzlaşı sağlayabilirler mi?

Bence mümkün değil!

Bahçeli, Ekrem İmamoğlu ve CHP’nin (acilen elbette CHP’nin) bastırılmasını ve pasifize edilmesine izin veremez ki, Erdoğan karşısında kendi varlığını ve Cumhur İttifakı’ndaki asıl gücünü (iktidarını) bu sayede koruyabilsin.

Erdoğan ise 2019’da başlayan çöküş sürecini, 19 Mart’ta artık dönemeyeceği ve geri adım atamayacağı bir eşiğe taşıdı ki, mevcut statüko ve siyasi süreçle ilerlenirse, erken ya da zamanındaki bir seçimde kaybedeceğini kesin olarak görüyor ve biliyor.

Yani, iki taraftan birisinin mutlaka geri adım atmasını gerektiren ve bence başkaca bir C seçeneğinin olmadığı bir karar anına doğru ilerliyorlar.

Sizce bu fotoğrafta son sözü kim söyleyecek? Güç kimde sizce?

Elbette tüm güç Bahçeli’nin elinde ve bu gücünü 19 Mart’tan beri X’te yaptığı açıklamalarda kullanıyor ve Erdoğan’ı sürekli frenliyor.

Kanımca, Bahçeli, 19 Mart hamlesinin yalnızca CHP ve Ekrem İmamoğlu’na yönelik değil, aynı zamanda kendisine ve partisine yönelik de olduğunu gördü.

Önümüzdeki birkaç hafta Türkiye tarihinin en önemli günlerine ve anlarına sahne olacak.

Erdoğan, belki de ummadığı biçimde, ya da kaderin ördüğü ağın kaçınılmaz sonucu, istemese de (kendini mecbur hissederek) tarihinin en büyük siyasi hatasını yaptı. Halk desteğini önemli ölçüde kaybettiği, toplumsal rızanın aleyhine çalıştığı bir anda, büyük risk alarak, hayati bir hamleye yöneldi.

Ama kaybetmek üzere…

Amaçladığı fotoğrafın tam tersi gerçekleşti, CHP’yi ve Ekrem İmamoğlu’nu bitirmek isterken daha da güçlendirdi ve İmamoğlu’nu bir kahramana dönüştürdü.

Diyelim ki, öngörülerimde yanılıyorum ve Erdoğan ile Bahçeli belirli uzlaşılarla 19 Mart sürecini birlikte yürüttü; ancak 19 Mart sonrası yüz binlerin meydanlara dökülmesi tüm siyasi dengeleri ve matematik hesapları alt üst etti.

Şimdi her halükarda kartlar yeniden karılıyor.

Bahçeli, halk desteğini kaybetmiş bir Erdoğan ve AKP ile bir koalisyon ilişkisini sürdüremeyeceğini, oradan bir iktidar ve kudret devşiremeyeceğini bilecek kadar siyasi realiteyi kavrıyor.

Bahçeli’nin ve arkasındaki gücün, bundan sonraki ajandası, Cumhur İttifakı’yla köprüleri atmadan önce, henüz belirsizlik taşıyan Erdoğan sonrası siyasi tablonun şekillenmesine yönelik ilişki ve model arayışı olacaktır.

ERDOĞAN İLE BAHÇELİ ARASINDA UÇURUM OLUŞTU

Eğer söylendiği gibi Bahçeli devlet içindeki “Avrasyacı kanadın” temsilcisi ise önümüzdeki günlerde CHP ve Ekrem İmamoğlu ile doğrudan ya da çoğunlukla dolaylı olarak yürütülecek iletişim sürecinde yeni bir denge ve uzlaşı noktası sağlanması halinde artık Türkiye’de yeni dönemi daha somut konuşmaya başlayabiliriz.

Türkiye’de siyasi dengeleri değiştirecek ve erken seçim çağrısıyla yeni oyunu kuracak tek güç Devlet Bahçeli. Bu oyun kurucu gücünü, 2002’te, 7 Haziran 2015’te, 2016 referandumu ve 24 Haziran 2018 seçim sürecinde kullandı; kimsenin beklemediği anda, herkesi şaşırtarak.

1 Ekim 2024 tarihinde başlattığı sürecin sonunda da herkesi şaşırtacak!

Bana göre, Erdoğan, 19 Mart’ta “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olmak” üzere. Erdoğan ile Bahçeli arasındaki kriz kamuoyuna yansıyanın aksine çok büyük. Erdoğan’ın ABD ve Trump’ı arkasına alarak çizdiği yol ile Bahçeli’nin Kürtler’e sunduğu yeni pencere üzerinden ilerleyen politik hat üzerinde büyük ayrılıklar var. Erdoğan kişisel ve siyasi ikbalini koruma odaklı ajandasıyla, Bahçeli’nin devlet odaklı yeni perspektifi arasında uçurum oluştu.

Devlet Bahçeli’nin 7 aydır grup konuşmalarında, paylaşımlarında ve özellikle bayramda Türkgün Gazetesi’nde yazdığı kritik mesaj ve yazıların “salt bir akademik merak ve genel geçer yaklaşımlar” olduğunu sanıyorsanız fena yanılıyorsunuz. Erdoğan ve AKP cenahından bu analiz ve fikirleri paylaşan bir tek cümle ve yorum bulamayacaksınız.

CHP lideri Özgür Özel’in ve Ekrem İmamoğlu’nun 19 Mart darbe girişimine ilişkin ABD ve Trump’ın ismini meydanlarda açık biçimde ifade etmesi ve icazet kaynağı olarak göstermesi hafife alınacak, geçiştirilecek sözler olarak görülemez. Bu sözler, yalnızca Erdoğan’a yönelik sert bir eleştirinin parçası olarak okunamaz; aynı zamanda iç politik sürecin ve tarafların konumuna ilişkin bir pozisyon almanın mesajı olarak okunmalı. Bahçeli’nin “İmamoğlu dosyasının somut delili yok” iması ile, İmamoğlu’nun Bahçeli’nin sözlerini olumlayan açıklamaları yeni dönemin kilometre taşlarını döşüyor olabilir.

BAHÇELİ ERKEN SEÇİM ÇAĞRISINI NASIL YAPACAK?

Ekim 2024’te Bahçeli’nin Öcalan çağrısını yaptığı dönemde yakın dostlarımla sohbette dile getirdiğim gibi Devlet Bahçeli’nin en geç Haziran ayında erken seçim çağrısı yapacağını ve yukarıda açıklamaya çalıştığım gerekçelerle Türkiye’yi seçime götüreceğini güçlü biçimde düşünüyorum, hatta daha da kuvvetlendirerek vurgulayayım, “kaçınılmaz” görüyorum.

Bahçeli’nin 23 Nisan mesajında yer verdiği “erken seçim yok, seçimler zamanında yapılacak” sözleri de bu gerçekliği değiştirmeyecek. Erdoğan’ın “zamanında yapılacak” seçimde Anayasa gereği aday olamayacağını bilen Bahçeli’nin “erken seçim yok” yanıtıyla yetinmeyip, devamına “seçim zamanında yapılacak” vurgusunu özellikle yerleştirmesinin Erdoğan’a bir mesaj içermediğini savunmak, ancak saflıkla izah edilebilir.

O halde, Erdoğan’ın ismi üzerine kurulu Cumhur İttifakı’nın zamanında yapılacak seçimde adayı kim olacak?

Artık böyle bir “kaygı” ile böyle bir “tahayyülün” de olduğunu sanmıyorum; hızla yüzde 40’ın altına doğru yelken açan ve eski oy gücüne ulaşmasının da pek mümkün gözükmediği tabloda Cumhur İttifakı’nın zamanında yapılacak bir seçime kadar sürmesine dönük bir hedefin de gerçekçi olacağını düşünmüyorum.

Kanımca, Bahçeli, PKK’nın kendini feshetmesi, silahların teslimatının sağlanması ve bazı yasal düzenlemelerin yapılmasının tüm siyasi yükünü “Erdoğan iktidarına taşıtarak”, ardından erken seçim çağrısında bulunacak. Hatta isterseniz yapacağı çağrı içeriğini de yaklaşık olarak tahmin edeyim:

“Son aylarda, özellikle Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla artan siyasi tansiyon ve yükselen kutuplaşma ülkemiz için taşınması zor bir yüke dönüşmüştür. Dünyada ve özellikle Türkiye’nin bulunduğu bölgede yaşanan gelişmeler de dikkate alındığında ülkenin bir siyasi istikrarsızlığa ve kaosa bir dakika bile tahammülü yoktur. Bu siyasi kriz halinin ve kaosun çözümü için bir an önce yüce Türk milletinin iradesine başvurmaktan başka çare ve imkan kalmamıştır.”

İşte Bahçeli’nin kastettiği “zamanında seçim”, bu seçim olacaktır!

Şark cephesinde, Kürtlerle büyük uzlaşı sağlayıp Türkiye’nin bölgeye ilişkin yeni bir istikrar abidesi olarak tarih sahnesine çıkmasını hedefleyecek kadar büyük bir hedefin peşine düşmüş olan Bahçeli’nin, garp cephesinde ülkenin başka bir istikrarsızlığa ve kaosa sürüklenmesini izlemesinin beklenemeyeceği, en azından Bahçeli’nin yürüttüğü politikanın doğal aklının akışına aykırı olacağı açık.

Benim analizim ve öngörüm böyle…

Yanılıp yanılmayacağımı 3-5 hafta sonra hep birlikte göreceğiz.

Yükleniyor..
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
logo
Bursaport.com En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.