Türkiye tarihi 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerini, 12 Mart ve 27 Nisan muhtıralarını ve 15 Temmuz darbe girimini gördü, ama “19 Mart yargı darbesi” girişimi yeni bir durum oldu. Darbe, muhtıra ve darbe girişimlerinin muhatapları hep iktidarlar oluyordu, ama ilk kez bir darbe, muhalefet lideri ve hareketine yönelik gerçekleşti.
Darbelerin hedefi net, seçimle ve halk iradesiyle iktidar olmuş siyasi iktidarları ve hareketleri durdurmak, sınırlamak ya da mümkünse yasaklamak. Ama ilk kez aşağıdan yukarıya doğru emin adımlarla ilerleyen ve çok güçlü bir halk desteği kazanan bir siyasi muhalefet lideri, içi boş, gizli tanık ifadeleri gerekçe gösterilerek tutuklandı ve görevinden uzaklaştırıldı.
Tutuklandığı gün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tek aday olarak girdiği önseçimde halk sandıklara koştu ve yaklaşık 15 milyon yurttaş oy kullanarak İmamoğlu’na destek verdi ve iradesini göstererek, deyim yerindeyse tutuklamanın bir “siyasi darbe” olduğunu cümle aleme ilan etti.
Bu yargı darbesine karşı halkın meydanlardaki meşru kitlesel tepkisi ise aralıksız sürüyor ve sürecek gibi gözüküyor.
Belki klişe bir cümle ama gerçek bu: 19 Mart tarihi bir milat ve bugünden itibaren hiçbir şey eskisi gibi olmayacak; ne iktidar cephesi, ne de muhalefet, halk cephesi için…
Bu hikâye, süresini kestiremediğimiz (çok uzak olmayan) bir süre sonunda ya tam demokrasi ya da tam otoriter bir rejimle sona erecek.
Şimdi sürece ilişkin bazı tespitlerimi ve yorumlarımı paylaşmak istiyorum.
HALK GÜCÜNÜ KEŞFETTİ
Cumhuriyet, Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde çöken bir imparatorluğun üzerine yukarıdan aşağıya doğru hayata geçirildi ama tarihte ilk kez ülkemizde demokrasiyi aşağıdan yukarıya, halk eliyle kurma imkanı doğdu.
Bugüne kadar demokrasi girişimlerini hep yukarıdan, elit bir yönetici sınıf eliyle ve halka rağmen gerçekleştirmeye çalışılıyor, çoğunda da demokrasi diye sunulanlar gerçek bir demokrasi vaadi içermediği için iş, karakolda bitiyor, arkasında toplumsal/halk desteği olmadığı için demokrasi girişimleri sönüp gidiyordu.
Ama farkında mısınız bilmiyorum, tarihimizde ilk kez bu kadar kitleselleşmiş bir hareketle halk iktidara karşı iradesini savunuyor ve bir darbeyle yok edilmesini kabul etmeyeceğini ilan ediyor.
Yaşadığımız tüm acılara ve zorluklara rağmen, bu badireyi halk kendi gücü ve iradesiyle aşmayı başardığında Cumhuriyeti gerçek demokrasiyle taçlandırma fırsatımız olacak. ilk kez siyaset mühendisliklerine izin vermeyeceğini, “egemenliğin kayıtsız şartsız kendisinde olduğunu” kendi gücüyle ilan etmiş olacak.
Emin olun bu süreç Cumhuriyet’in ilan edilmesi kadar önemli, tarihi bir süreç!
Halkımız yakında demokrasiyi ilan etmeye hazırlanıyor!
Meydanlarda yan yana gelen birleşik muhalefet gücüne baktığınızda, halk, yalnızca Ekrem İmamoğlu’nu değil, onun simgeselliği altında kendi özgür iradesini savunuyor. Meydanlardan uzak duran/uzak tutulan halk, tüm renkleriyle yan yana gelerek birleşik gücünü, hakkını, özgürlüğünü, enerjisini keşfediyor. Meydanlar artık yalnızca toplanma alanları değil, yan yana gelen insanlar yalnız olmadıklarını, çok olduklarını, halkın birleşik gücünü hissediyor, korku duvarlarını yerle bir ediyor.
O hep konuşulan Z kuşağı bile geleceklerine sahip çıkmak için alanlara akıyor.
Bu, bence çok tarihi kırılma anlarından birisi.
Önümüzdeki günlerde meşruiyetini ve halk desteğini kaybeden iktidar baskı ve zulmünü artırsa bile bu ancak halkın yan yana gelme enerjisini, kararlılığını, direnme gücünü artırmaktan başka sonuç doğurmayacak. İktidar, baskı alan ve araçlarını artırdıkça, halkın daha geniş kesiminin itiraz ve direnme alan ve araçlarını genişletecek, bumerang gibi dönüp kendisini vuracak.
SİYASETİN VE PARTİNİN KIRILMA/DEĞİŞİM ANI
Halkın direnme gücünün ve kararlılığının yalnızca iktidara karşı değil, aynı zamanda CHP başta olmak üzere muhalefetin bugünkü haline yönelik de olduğuna hep birlikte şahitlik ettik.
Türkiye’de demokrasi eksikliğinin önemli nedenlerinden birisinin de siyasal partiler ve onların organizasyon yapısı ile siyasi liderlik misyonu olduğu gördük.
Ekrem İmamoğlu’nun önseçim sürecinde ziyaret ettiği kentlerde yaptığı konuşmalar, çizdiği liderlik profili, cesaretli meydan okuyan duruşu aynı zamanda CHP’nin parti yönetiminin de tarihi bir değişim geçirmesine yol açtı.
Özgür Özel, alışılagelen CHP liderliği tavrını terk etti (bilinçli ya da zorunlu), partililerin ve halkın önüne düşerek bir başka önemli bir tarihsel eşiğin aşılmasını sağladı: Halk, duygu, düşünce ve isteklerini sahiplenen, ona öncülük yapan bir siyasi liderlik olduğunda yalnız bırakmayacağını, ülkesine sahip çıkacağını ispatladı. Nisan 2017 Anayasa referandumu başta olmak üzere birçok önemli siyasi süreçte halkı meydanlardan uzak tutan, cesaretsiz ve politik öngörüsüz stratejisinin ve parti önderliğinin ne kadar yanlış olduğu son süreçle kendiliğinden ortaya çıktı.
Artık eşik aşıldı; ne CHP, ne de öteki muhalefet hareketleri bunun gerisine düşemez. Buna, ne geldikleri eşik ne de iktidarın bundan sonra izlemesi olası adımları izin verecek.
Önümüzdeki günler daha da zorlu geçecek. Erdoğan’ın iktidardan düşme olasılığı “İmamoğlu cezaevinde olmasına rağmen” daha görünür ve imkan dahilinde olduğu kesinleştikçe, düşmemek için otoriterizme, baskılara daha fazla başvuracak. Parti liderliğinin cesareti ve önderliği bu anlamda daha da önem kazanacak.
Ayrıca, halk, bu tarihsel çıkışıyla yalnızca iktidara karşı direnmediğini, aynı zamanda CHP de dahil, siyasi partilerin mevcut yapılarını da tarihe gömeceğini gösterdi.
Eğer bu badirenin sonunda demokrasiye erişeceksek, bunun da demokratikleşmiş bir siyasi parti yapısıyla olacağını haykırdı ve anlamak isteyen her siyasetçiye tartışmasız biçimde ispat etti.
İktidarın tehditlerine yönelik bir direniş imkanı (aracı) olarak, belki de zorunlu nedenlerle başvurulan “önseçimin” siyaseti nasıl üyelerin (halkın) iradesi haline getirdiğini, siyaseti kitleselleştirdiği ve halkın kendi iradesini korumak için nasıl bir toplumsal harekete dönüştürdüğünü gösterdi. Bu aynı zamanda parti yönetimi ile üye (halk) arasındaki irade kopukluğunun nasıl ortadan kaldırılacağının sağlaması gibi oldu.
Özellikle CHP’nin önünde şimdi geri adım atmadan, müthiş bir toplumsal enerji birikmesini de arkasına alarak, partiyi bir demokrasi cephesine ve toplumsal hareke dönüştürme fırsatı doğdu. 19 Mart bir milat olarak tarihe geçtiyse, CHP, 23 Mart’ı da Türkiye siyasi tarihine bir milat olarak geçirme fırsatını şimdi elinde tutuyor.
Türkiye genelinde yaklaşık 15 milyon yurttaş sandıklara akın etti ve oy kullandı. Gerek önseçim sürecinde gerekse oy verme gününde dahi çok sayıda yurttaşın CHP’ye üyelik başvurusunda bulundu. Yakında rakamlar açıklanır, öyle tahmin ediyorum ki, bir aylık süre içerisinde CHP bir milyona yakın üye kazanmış olacak. Bu yurttaşların önemli bir kısmı belki de hayatlarında ilk kez bir partiye üye olan insanlar.
Bana göre bu ülkemiz için hayati önemde bir kavşak noktası. Yurttaşın siyasete aktif katılımı ile demokratik yol ve yöntemlerle ülkesi hakkında söz ve iradesini kullanması için hayati bir eşik.
İşte bunun tarihsel bir fırsat olup olmayacağını Özgür Özel liderliğindeki parti yönetiminin kendiliğinden başlayan “demokratik açılım sürecini” yeni cesur adımlarla tahkim edip etmeyeceği ve bundan sonrası için atacağı adımlar belirleyecek.
Eğer Cumhurbaşkanlığı önseçimi tarihsel bir devrimse, bu devrimi parti organizasyonunun tümüne teşmil etmek de tarihsel bir zorunluluk. CHP, ülkeye ve halkına gerçekçi ve inanılır bir demokrasi vaat ediyorsa, bunu önce kendisiyle başlamalı ve eğer bugüne kadar yapılan “nasihatler” işe yaramadıysa “bir nusubetin” gösterdiği gerçekliği kabul etmelidir. Kendisine akın eden halkı bağrına basmalı ve iradesini aşağıdan yukarıya inşa etmesine olanak tanımalıdır. Artık bu bir tercih ve zamana yayma meselesi değil, derhal ilan edilmesi ve gerçekleştirilmesi gereken adımdır.
CHP, yalnızca dışarıda iktidara karşı direnme hattını inşa etmekle yetinemez; halkın iradesini zaferle taçlandıracağı içerdeki gücünü tahkim etme, halkın iradesini inşa etmekle de sorumlu.
Keza, böyle bir güç oluşmaya başladığı içindir ki, iktidarın “CHP’ye kayyım atama” niyeti ve arayışları sürüyor!
Tarih, “Cumhuriyet”i kuran partiye, bugün “Demokrasi”yi de kurma ve ilan etme misyonunu yüklüyor.
Türkiye tarihi 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerini, 12 Mart ve 27 Nisan muhtıralarını ve 15 Temmuz darbe girimini gördü, ama “19 Mart yargı darbesi” girişimi yeni bir durum oldu. Darbe, muhtıra ve darbe girişimlerinin muhatapları hep iktidarlar oluyordu, ama ilk kez bir darbe, muhalefet lideri ve harek
Cumhuriyet’i kimse bu ülkeye altın tepside sunmadı; demokrasiyi de kırmızı halıların döşendiği bir yolun sonunda kazanmayacağız! Dünya, ülkemiz her açıdan zorlu bir döneme girdi. ABD, Avrupa başta olmak üzere görece gelişmiş demokrasiler de dahil hemen her ülkede demokrasiler, özgürlükler, hukuk dü
CHP’nin erken ya da zamanında gerçekleşecek bir sonraki seçimin Cumhurbaşkanı (aday) adayı Ekrem İmamoğlu, 23 Mart'ta yapılacak önseçim ziyaretleri kapsamında geldiği Bursa’da da rüzgar estirmeyi başardı. Daha önce ziyaret ettiği kentlerde olduğu gibi yine heyecanı ve tansiyonu yüksek bir tonda Cumh
Aylarca konuşuldu ve nihayet CHP Tüzük Kurultayı toplanıyor. Gelen haberlere bakılacak olursa CHP’nin mevcut yönetimi de öncekiler gibi yine kimseyi şaşırtmadı ve dağ fare doğurmak üzere. Aylarca süren ve büyük vaatlere vesile olan hazırlıkların ardından CHP’nin tüzük değişikliği yine parti içi de
CHP, Eylül ayında Tüzük Kurultayı düzenleyecek; eğer başarabilirse… “Başarabilirse” diyorum çünkü hafta içinde bazı haber sitelerinde yer alan “kulis haberlere” göre, yine dağ fare doğurabilir; büyük iddialarla başlayan ve hazırlıkları sürdürüldüğü açıklanan demokratik bir tüzük hayali, yine yenide
Türkiye’de “demokratikleşme” fırsatı 35 yıl sonra bir kez daha kapıyı çaldı. 1989’da SHP bu fırsatı kapının önünde bıraktı, 2024’te kapıyı açıp açmayacağı şimdi CHP’nin elinde. 1989’da da ANAP’ın neoliberal politikalarının altında boğulan halk kimsenin ummadığı bir şekilde Türkiye’nin birçok kenti
Türkiye 31 Mart’ta yerel seçimlerini yaptı ve “büyük bir dip dalganın” açığa çıkmasıyla sonuçlandı. Mayıs 2023 seçimlerinde kısmen yaşanması ihtimali olan bu tablo Mart 2024’te gerçekleşti; Demirel’in meşhur deyişindeki gibi “tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” gerçeğiyle biraz gecikmeyle de ols