SON DAKİKA

Yeni bir çağın eşiğinde demokrasi mücadelesi vermek

Yazının Giriş Tarihi: 02.04.2025 08:48
Yazının Güncellenme Tarihi: 02.04.2025 16:28

Türkiye gündemi, birçok analist tarafından “19 Mart darbe girişimi” olarak görülen ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ile tansiyonu iyice yükselen siyasi gelişmelere sahne oluyor.

Kanımca, bugün itibariyle çok net bir tanımlama henüz yapılamamış olsa da Türkiye tarihi yazılırken, “19 Mart 2025” tarihin kırılma anlarından birisi olarak yazılacak ve özeti şu olacak: “Halk, iradesine karşı yapılan bir darbe girişimine karşı meydanlara çıktı ve demokratik bir direniş ile bu darbe girişimini püskürttü.”

Halk direnişine rağmen, yarım yamalak işleyen Türkiye demokrasisine yönelik ciddi tehditler güçlü biçimde sürüyor; tam otokrasi ve totaliter bir rejime doğru evrilmesi yönünde riskler mevcut.

Son 10 yılı MHP+AKP koalisyonu olmak üzere 23 yıllık AKP iktidarı, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinden itibaren tarihinin en zor dönemini geçiriyor ve CHP, Türkiye siyaset gündemini ve seçmen sosyolojisini yönlendirmeye başladığından beri asabiye had safhaya ulaşmış vaziyette. İktidarın “sandık ve seçim yoluyla” değişme olasılığı yükseldikçe önümüzdeki günlerde iktidar koalisyonu cephesinden yeni hamlelerin gelmesini bekleyebiliriz.

Atılan ve atılacak olan adımların toplumsal meşruiyetinin ve hukuksal dayanağının olmaması, yargı ve güvenlik marifetiyle ve zor kullanılarak gerçekleştirilmesi, toplumsal muhalefetin tepki düzeyinin artmasıyla tansiyonun daha da yükselmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Yalnızca ülkemizde değil, dünyanın hemen her noktasında “tarihin akışı hızlandı” ve dünyamız, Türkiye de dahil bir kırılma, büyük bir tarihsel değişim eşiğine doğru ilerliyor. ABD, Avrupa, Asya, Latin Amerika, yani nereye baksanız iç ve dış siyasi istikrarsızlıklar doruğa ulaşmış durumda. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan, 1989-1991 arası dağılan doğu blokunun ardından ilan edilen “Tarihin Sonu”nun da nihayet sonuna gelmiş bulunuyoruz.

Dünyada yeni bir çağın doğum sancıları sürüyor ve ABD’de ikinci Trump dönemiyle esmeye başlayan sert rüzgarların yakında küresel fırtınaya ve dahi kasırgaya dönüştükten sonra ne doğacağını hiç kimse bilmiyor: “Küresel otoriter rejimler çağı mı, yoksa yepyeni bir halk demokrasisi çağı mı?”

Tarihin çarkları dönmeye devam ediyor…

Kapitalizmin ve neoliberalizmin herkese cennet vaat ettiği tarihin yapraklarını çoktan kapattık, küresel köy hayalinden herkesin içe kapandığı, göç hareketlerini durdurduğu, gümrük duvarlarıyla ekonomilerini dışarıya kapattıkları bir evreye geçtik. Adam Smith ve David Ricardo’dan beri inşa ettikleri “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler (laissez-faire, laissez-passer)” hülyaları da, Trumpizm ile birlikte artık yerini “kalın duvarlara, özgürlük düşmanlarına, ulusal tekno-sermayelere, baskıcı yönetimlere” bırakıyor.

Şimdi Türkiye’deki siyasi krizi anlamaya ve yorumlamaya çalışırken durduk yere bunları yazıyor değilim, her şey o kadar birbirine bağlı ve etkileşim halindeki, bir bütün olarak yaşananları anlamazsak, içinde bulunduğumuz siyasi buhrandan çıkma olasılığını da o kadar zorlaştırırız.

Türkiye’de dünyadan azade değil, her teknolojik, ekonomik, sosyolojik ve siyasi değişikliğin yansıması ülkemiz için de kuşkusuz etkili oluyor.

Şimdi yaşadıklarımızı daha net anlamak; kısa, orta ve uzun vadede bizleri nelerin beklediğini anlamamıza yardımcı olacak unsurları bölümler halinde analiz etmeye çalışacağım.

19 MART’TAN SONRA NE OLDU?

Erdoğan rejimi, iktidarın kaynağı olan serbest seçimleri ve sandığın biçimsel olarak bile olsa alışageldiğimiz yol ve yöntemlerle ilerlemeyeceğini bir yargı darbesiyle ilan etti ve söylentileri uygulamaya soktu.

Bu hamleyle birlikte iktidar, iktidarın kaynağı olarak toplumun rızası ve iradesini temel almayacağını, bu olası rıza kendisi lehine işlemeyecekse sürece müdahale edeceğini göstermiş oldu.

Ekonomik sorunlar ve siyasi baskılar nedeniyle bunalan halk, CHP lideri Özgür Özel’in açtığı yoldan ilerledi ve zembereğinden boşalırcasına meydanlara aktı ve kendi gücünü, cesaretini keşfetti. Cin şişeden çıktı, hem halk kendi gücünü gördü, hem de iktidar bu güçle (güçsüzlüğüyle) tanıştı.

Toplumsal meşruiyet ve rızanın gücü, iktidar cephesinden muhalefete geçti; muhalefet halk iradesini arkasına aldı demokratik meşruiyet zeminini güçlendirirken, iktidar meşruiyet dışı araçları kullanmaya başlayarak savunma pozisyonuna geçti. Hukuksuz ve adaletsiz her adımı muhalefet cephesini güçlendirmeye başladı ve bu devam ediyor.

19 Mart, CHP içindeki tartışmaları bitirmese de, güçlü biçimde arka plana itti ve partiyi bütünleştirdi; CHP dışı muhalefeti ve hatta sıradan yurttaşı da CHP etrafında birleştirdi.

Hukuk ve adalet ortamı sarsılınca, zorla ayakta tutulmaya çalışılan güvenilir bir iş ve ekonomi ortamı da sarsıldı, yeniden tesis edilmeye çalışılan öngörülebilir ekonomi ortamı kayboldu, belirsiz ve istikrarsız bir tablo kalıcı hale geldi. Mehmet Şimşek’in 1,5 yıldır halka ağır bedeller ödeterek sağlamaya çalıştığı ekonomik toparlanma ihtimali muhtemelen tamiri imkansız bir darbe aldı.

Muhalefet, en geniş halk kesimlerini arkasına alarak erken seçim yolculuğu, iktidar ise, muhalefeti susturacak ve durdurmaya çalışacak yeni baskı sürecini başlattı.

DÜNYA KOŞULLARI NE VAAT EDİYOR?

Türkiye iç siyasetinde bunlar yaşanırken peki dünyada neler yaşanıyor?

ABD’de Donald Trump, 20 Ocak 2025’te ikinci kez başkanlık koltuğuna oturunca, Avrupa ile köprüleri attı ve 1947’de Truman’ın oluşturduğu Marshall Planı ve 1949’da kurulan NATO düzeninin sonunu getirecek olan sürecin düğmesine bastı.

Son 30-40 yılda hızlanan teknolojik değişim, dijitalleşme ve son 2 yıla damgasını vuran yapay zeka devrimiyle birlikte tüm ülkelerde ekonomiler altüst oldu. Sektörler değişmeye, küçülmeye, işsizlik yaygınlaşmaya, istihdam piyasaları daralmaya başladı. Teknoloji ve otomasyon sistemlerinin yarattığı imkanlarla sermayenin emeğe duyduğu ihtiyaç azalmaya, ücret seviyeleri hızla düşmeye başladı ve orta sınıflar tüm dünyada çökmeye başlayarak yoksullar yığınına eklendi.

Devlet kapitalizmine dayanan Çin’in rekabetçi teknolojik üstünlüğü tüm dünyaya yayıldı ve otomotiv başta olmak üzere dünya ekonomilerini alt üst etti. Petro kimya sanayisine dayalı kapitalist ekonomik büyüme modeli, yeni teknolojilerle birlikte gerilemeye ve hakim sektörler olma özelliğini yitirdi. Ülke ekonomileri büyümediği gibi, istihdamdaki hızlı daralmayla birlikte çığ gibi büyüyen işsizler ordusu ülkelerin iç siyasi gelişmelerini de alt üst etti.

1950’den sonra ülkelerde neolibarizmin etrafında toplanan merkezdeki klasik sağ ve sol partiler ve siyasi hareketler hızla çöktü. Irkçı ve yabancı düşmanı aşırı sağ hareketler, çöken merkezdeki sağ ve sol karşısında popülizmin diliyle marjinal hareketler olmaktan çıktı ve iktidara doğru yürüyüşe geçti. İtalya’da Mussolİ’nin siyasi torunları koalisyonla iktidara geldi, Macaristan’da Orban epeydir ülkeye hakim. Temmuz 2024 seçimlerinde Fransa’da faşist Ulusal Birlik’in lideri Le Pen, Macron ile sosyalistlerin son dakika uzlaşısıyla iktidardan uzak tutulabildi. Şubat 2025 seçiminde aşırı sağcı AfD Almanya’nın ikinci siyasi hareketi haline geldi ve iktidara gelmemesi için bugünlerde binbir takla atılıyor. Bunlar en dikkat çekenleri; Avusturya’dan, Yunanistan’a, İspanya, İngiltere ve hatta İsveç’e kadar her ülkede aynı dalga yaşanıyor.

Tüm bunları niye sıralıyorum, Türkiye ile ne ilgisi var diyebilirsiniz. Aslında çok ilgisi var.

Kapitalizmin neoliberalizmle tasarladığı “liberal demokrasiler” çağının sonuna geldik. Liberal demokrasilerin vaat ettiği özgürlükler, refah düzeninin artık gerçekleşemeyeceği, bir ideal olarak bile toplumların karşısına çıkamayacağı döneme girdik. Her ülkede kapitalizmle birlikte liberal demokrasiler de çöküyor. ABD’de Trump ve çevresindeki Steve Bannon, JD Vance, Curtis Yarvin gibi ideologlar monarşiyi ve Trump’ın krallığını bir hedef olarak şimdiden ilan etti. Trump’ın bizzat kendisini fazla karikatürize ve gayri ciddi bulabilirsiniz, ama Trump buzdağının altındaki devasa ideolojik yönelimi göz ardı edemezsiniz.

Bütün ülkelerde yükselen aşırı sağ hareketler liberal demokrasinin hukuk ve özgürlükler alanını daraltmayı ve mümkünse sona erdirmeyi siyasi hedef olarak önlerine koymuş vaziyette. Yani bildiğiniz batı demokrasisi hızla çöküyor.

Gelelim tüm bunların Türkiye ile illiyetine…

ABD, Avrupa kendi ülkelerinde demokrasi ve özgürlüklerinin derdine düşmüşken, kimsenin dönüp de Türkiye’deki demokrasi sorunlarına ve özgürlüklerine odaklanmasını beklemeyin. Çöken liberal demokrasinin bir benzerinin Türkiye’de de çökmesine karşı ayırt edici ne söyleyebilirler ki!

Trump kendi ülkesinde anayasa engeline rağmen 3. Dönem başkanlığı için şimdiden kolları sıvamışken, Türkiye gibi ülkelerde anayasa ve hukuk ihlalini dert mi edineceğini sanıyorsunuz!

Batı, bu anlamda hem ahlaki üstünlüklerini kaybetmiş durumda, hem bu yönde bir mecali yok; kendi demokrasisini kurtarma derdinde…

Emin olun, bunları içiniz kararsın, umutsuzluğa kapılın diye yazmıyorum; ama içinde bulunduğumuz tarihi gerçekliği bilmek, bu durumu anlamak, bundan sonra ne yapılması gerektiği üzerine sağlıklı düşünmek ve çözüm aramak için bir ön şart.

Dünya da, Türkiye de bir sürecin içerisinde; hep birlikte bir tarihin orta noktasındayız ve hep birlikte bir tarihin hem maruz kalanı hem de birer tasarımcısıyız. Ne yazık ki muhtemelen birkaç on yıl sürecek tarihsel bir yaratımın parçası olarak yaşamaya devam edeceğiz. Ne yazık ki, tarihin kırılma anının nerede ve ne zaman gerçekleşeceğini bilemediğimiz bir ana doğru çalkantılarla dolu yıllara giriyoruz.

Bugün meydanları inleten, “Hak, Hukuk, Adalet” feryatları, yalnızca Türkiye halkına özel haykırış değil; tüm ülkelerde yoksunluk ve yoksulluk derinleşiyor, Harari’nin deyimiyle yaşamın kenarına terk edilen “gereksizler sınıfı” kitlesel olarak büyüyor. Bildiğimiz kapitalizm sayıları hızla artan bu kitlelere artık “refah, adalet, eşitlik, adil bölüşüm” vaat edemediği gibi, vaat ettiği liberal demokrasi de bu adaletsizliği ayakta tutmak için yeterli/güçlü bir ideoloji olarak dayanak oluşturamıyor. Onun için teknoloji kapitalizminin Elon Musk gibi tekno-otokratları Trump ve avaneleriyle hızla içinden evrildikleri liberal demokrasinin sonunu getiriyorlar. Yunanistan eski Ekonomi Bakanı Yanis Varufakis’in tanımlamasıyla “tekno-feodalizme” doğru hızla yol alıyoruz.

Yarım yamalak işleyen ülke demokrasimizin de bu süreçten bigane olmasını bekleyemeyiz; onun için Erdoğan iktidarı etrafında toplanan o “bir avuç insanın” daha az cesaretli olması için bir neden yok gibi!

NE YAPILMALI?

Emin olun, paylarımız farklı olsa da ortak paydası aynı olan hemen tüm ülkelerde benzer siyasi ve toplumsal buhranlar, mücadeleler yaşanıyor. Yalnızca ülkelerimize özgü seviyelerimiz ve renklerimiz farklı.

Kısa ve orta vadeli bir geleceğe baktığımızda dünyamız için riskler çok arttı. Trump dönemiyle birlikte NATO dağılıyor, Almanya, Fransa, İngiltere hızla silahlanma yarışı başlattı, Trump, neredeyse her hafta bir ülkeyi bombardımanla tehdit ediyor; gümrük vergileriyle açtığı savaşları kanıksadık bile…

Rusya-Ukrayna savaşının Avrupa’nın sınırlarına dayanan krizinin bu silahlanma yarışıyla 2-3 yıl içerisinde nereye evrilebileceğini öngörmek için kâhin olmaya gerek yok.

Türkiye, 19 Mart itibariyle iç siyasi krize doğru evrilirken, ülkeyi çevreleyen bu siyasi küresel atmosferin ve önümüzdeki birkaç yıla ilişkin yol haritası izine baktığınızda Türkiye’de demokrasi mücadelesi yürüten kesimlerin ne derece zorlu engellerle karşılaşabileceğinin işareti.

Ama her şey de çok kötü ve karamsar değil.

Ortaya çıkan son siyasi fotoğrafı analiz ettiğimizde Avrupa’da ve dünyanın birçok ülkesinde aşırı sağ hızla yükselip otoriter rejimlere evrimle riski artarken, Türkiye’de otoriter bir iktidara karşı demokrasi, hak, hukuk, adalet cephesi yükseliyor.

Küresel koşullar muhalefetin bu mücadelesinin zaferle sonuçlanması için epey zorluklar oluştursa da, başarıya ulaşması halinde vaatlerinin yalnızca Türkiye ile sınırlı kalmayacağı benzersiz bir durum yaratabilir. Zor ve zahmetli de olsa demokratik yol ve yöntemlerle CHP öncülüğünde bir iktidar değişiminin yaşanmasının sonuçları ve etkisi kesinlikle Türkiye ile sınırlı olmayacaktır.

Reel politik duruma baktığımızda şu anda AB’nin ve ABD’deki yönetimlerin Türkiye’deki iç siyasi durumun ne olduğundan ziyade, kendi ülkelerine yansımasının kontrol edebilecekleri bir siyasi yapıyla çalışmak isteyeceklerdir.

Kritik bir başta nokta da şu; ABD ve Avrupa gibi emperyal ülkelerin iç siyasi sorunlara boğulmaları Türkiye gibi ülkelerin iç politik süreçlerine ilgisini ve müdahil olma hallerini zayıflatırken, demokrasi cephesi için de yeni imkanlar açabilir. Bu ilgi zayıflığı yukarıda da açıklamaya çalıştığım gibi iktidarların otoriterleşme eğilimlerine de ilgisizlik şeklinde zuhur edebileceği gibi, demokrasi mücadelesi yapanların ilerleyişine karşı da kayıtsızlık ve müdahalesizlik hali getirebilir. Bu yeni durum, iç politikada sıklıkla karşılıklı olarak dile getirilen “emperyalistlerin hizmetinde olma” iddialarını fazlasıyla karşılıksız ve dayanaksız bırakabilir ve inandırıcılıktan uzaklaştırabilir.

CHP VE MUHALEFET NASIL BAŞARILI OLABİLİR?

Bu durum ve şartlar altında CHP ve etrafında toplanan güçlü muhalefet nasıl başaralı olabilir?

Birincisi, her türlü zorlama ve tahrike rağmen demokratik, şiddetsiz, meşru bir mücadele zeminini koruması gerekiyor. Birçok kışkırtıcı girişim olabilir, ama bunlara karşı hazırlıklı ve dayanıklı olmak kritik bir eşik olacak.

İkincisi, artık meşruiyet ve inisiyatif üstünlüğü muhalefete geçmiş durumda, sürecin basit bir iktidar mücadelesi olmadığı, bir demokrasi mücadelesi olduğu gerçeğiyle CHP bir toplumsal harekete dönüşme becerisi göstermeyi ve meydanlar başta olmak üzere her platformda muhalefeti geniş bir cephede bir araya getirmeyi sürdürmeli.

Üçüncüsü, muhalefet, dünyanın içinde bulundu ekonomik, sosyal, siyasi koşulları iyi okumalı ve analiz etmeli. Halkın, iktidara yönelik güçlü itirazı ve öfkesi önemli bir enerji kaynağı ve kaldıracak olabilir, ama halkın umudunu ve geleceğini bu tek başına inşa edemez. Topluma, güçlü bir siyasi program, ufuk sunulması gerekiyor.

Dördüncüsü, hazırlanacak siyasi program yeni çağın koşullarına ve ruhuna göre hazırlanmalı. Burası belki de yaşayacağımız sürecin en hayati unsuru olacak. Sözü dolandırıp durmanın gereği yok, endüstri çağının bildiğimiz sosyal demokrasi politikalarının ve partilerinin sonuna geldik. Teknoloji devrimi, bildiğimiz kapitalizmi bitirirken, yukarıda açıkladığımız gibi liberal demokrasi de bitiyor. Trump ve ideologları bize tekno-feodalizm ve dijital otokrasi vaat ederek yeni duruma ve değişime adapte olmaya çalışırken, endüstri çağının kapitalizmine yaslanan, sermaye-emek çatışmasının ara yolu, dengeleyicisi klasik sosyal demokrat politikalarla ilerleyemeyiz. Trump ve Le Pen gibi isimlerle merkez sağ aşırı sağa doğru evrilirken, sol, dünya genelinde derin buhran halinde bocalamaya devam ediyor.

Klasik sosyal demokrasinin “tam istihdam” vaadini içeren Keynesyen politikalarla, yaşamın dışına itilen “gereksizler sınıfına” yeni bir politik perspektif sunulamaz. Klasik kapitalist büyüme ve iktisat modeli çöktü. Belki de dünyada genelinde solun hemen her renginin solmasının nedenlerinden birisi bu. Bildiğimiz emek-sermaye çatışmasını, teknoloji kapitalizminin yeni evresiyle yorumlamalı, “tam istihdam” vaadinin yerini “tam işsizlik” vaadiyle değiştirmeliyiz. Bunun çok sarsıcı, yeni bir politik dil olduğunun farkındayım, ama teknoloji, otomasyon ve yapay zeka çağında artık herkese iş ve istihdam vaat etmek gerçekçi politika değil. Neoliberalizmin iktisat ideolojisini terk etmeli (ki Elon Musk gibi tekno-otokratlar bile çoktan terk etti), herkese iş vaat etmek yerine, insan-makine, insan-mülkiyet ilişkisini yeniden tanımlayarak insanca yaşamın siyasi programını yeniden tasarımlamalıyız. Çalışma gün ve saatlerinin azaltılması (örneğin ilk etapta haftalık 20 saat), herkese temel gelir gibi vaatler topluma sunulmalı. Bunların finansmanı için robot ve otomasyon vergileri gibi yeni gelir kalemleri oluşturularak, sınırlı bir azınlığın elinde toplanan teknoloji araçlarının yarattığı zenginliği yeniden dağıtacak yeni modeller siyaseten geliştirilmeli. Evet, bu bir yeni ütopya tasarımı demek ve insanoğlunun bu yıkım çağında post-kapitalizm çağına hazırlanırken, bu tip yeni yaratıcı siyasi araçları politik program haline getirebilmeliyiz.

Beşincisi, 1980’den sonra neoliberal dalganın Reagan ve Thatcher sonrası küreselleşmesiyle birlikte hızla siyasetten uzaklaştırılan yurttaşların yeniden aktif siyasetin parçası haline getirilmesi için harekete geçirilmesi gerekiyor. Siyasi partilerden uzak tutulan, aktif siyasete katılımı yalnızca oy vermekle sınırlanan, tabandan kopuk, elit bir kesimin parti program ve gündemini belirlediği bir siyaset zeminiyle ne demokrasiyi kazanabiliriz ne de koruyabiliriz.

Tekno-feodallerin küresel saldırısına karşı verilecek en güçlü yanıt, onların mahrum ettiği geniş kitlelere siyasetin kapılarını sonuna kadar açmak, siyasetin temel aktörü haline getirebilmek. Eğer aşırı sağın popülizm diliyle bilinci yaralanan, yaşamın kenarına itilen bu kitlelerin tarihin doğru yerine kanalize olmaları isteniyorsa tek şart ve aracımız bu. Demir yumruklu, güçlü liderlerin gelip onları kurtarmalarını istemeleri yerine, bir araya gelmiş yurttaşların demir yumruk olarak kendi hayatlarına el koymalarını beklemek, yeni solun olası tercihlerinden biri değil, zorunluluğu artık.

CHP’nin Cumhurbaşkanlığı adaylığı için aldığı önseçim kararının üyeleri başta olmak üzere toplum üzerinde yarattığı etkiyi ve mobilizasyonu görmek bile tek başına birçok mesaj içeriyor. Evet, bir boyutuyla güncel siyasi gündemin sıcaklığı ve toplumun hassasiyetinin yükselmesi de önemli bir etken olmakla birlikte, insanlara siyasetin kapısını açtığınızda kendi kaderine sahip çıkmaya hazır olduğunu açıkça gösteriyor.

Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel’in de son 2 ay içerisinde sıklıkla dile getirdiği “Cumhurbaşkanlığı ön seçimi” bir devrimse, şimdi bu devrimi CHP’nin ve Türkiye’deki siyaset zihniyetinin tümüne yayma zamanı. Bu, aynı zamanda muhalefetin uzun vadeli siyasi mücadelesinin ayakta kalabilmesi ve başarılı olabilmesi için mutlaka atılması gereken bir adım. Bu adımların ne olduğu da tartışmasız herkesin malumu, parti organizasyonunun her organını ve sürecini demokratikleştirmek ve doğrudan üyenin katılımına ve denetimine açmak.

Halka güvenmek ve inanmak; birleşik halkı hiçbir gücün yenemeyeceğini anlamak, “kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganının ruhunu siyaseten uygulamaya ve bir siyasi organizasyona dönüştürebilmek bütün mesele…

Yükleniyor..
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
logo
Bursaport.com En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.