Bir asra yaklaşan Cumhuriyet tarihimizin en büyük başarısızlıklarından biri, toplumsal alanda kültürel entegrasyonun yani kültürel uyumun, kültürel bütünleşmenin istenilen düzeyde sağlanamamış olmasıdır.
Kültür, bir toplumu meydana getiren bireylerin düşünce ve duygu dünyasındaki birliği oluşturan ortak değerlerin, üretim ve düşünce biçiminin, yaşam tarzlarının, somut ve somut olmayan mirasın bütününü ifade eder.
Yani kültür, gelenekten göreneğe, alışkanlıklardan yaşam tarzına, dilden dine, edebiyattan mimariye, giyimden mutfağa kadar insanların maddi ve manevi olarak ürettiği, geliştirdiği, yarattığı her şeydir.
OSMANLI'DAN CUMHURİYET'E
Çok dinli, çok dilli ve de çok kültürlü Osmanlı İmparatorluğu'nun hem külleri hem de birikimi üzerinde inşa ettiğimiz Türkiye Cumhuriyeti'nin homojen bir ulus devlet olarak ortaya çıkmasını beklemek safdillik olurdu. Üstelik dünyadaki toplumsal değişim ve dönüşümleri, sosyo-kültürel alandaki yenileşmeleri, şehirleşme, sanayileşme, meslekleşme, sivilleşme ve örgütlülük gibi insan ve toplum hayatını yeniden yapılandıran gelişmeleri kendi bünyesi içinde gerçekleştirememiş bir imparatorluğun mirasçısı olarak, bu zor koşullardan, toplumsal uyumunu başarmış bir ulus devlet yaratmak elbette kolay değildi.
Cumhuriyet'in kuruluşu öncesinde ya da Osmanlı'nın son döneminde, tartışmalı olmakla birlikte saygın tarihçilerin üzerinde mutabık kaldığı rakamlara göre, okuma yazma oranı erkeklerde yüzde 7, kadınlarda ise binde 4'tür.
Cumhuriyet'i kurduğumuzda ise, 13 milyon nüfusun yaklaşık yüzde 85'i köylerde yaşıyordu. Öte yandan cehalet, salgın hastalıklar ve açlık, üç büyük felaket olarak ülkeyi kasıp kavuruyordu. Cumhuriyetin kurucu iradesi, bir yandan toplumu aydınlatma çabasına koyulurken, diğer taraftan eş zamanlı olarak bireylerin yaşamını iyileştirecek kalkınma projeleri ile de bu süreci destekliyordu.
Ne var ki, hızlı bir değişim ve dönüşümün yaşandığı süreçte, toplumsal entegrasyonu/uyumu bireylerin kendi kültürel kimliğini ve değerlerini koruyabileceği bir formülasyonla sağlamak yerine, modernleşme araçlarını biraz sert bir aydınlanma yöntemi ile uygulamaya koymak, özellikle cahil kesimler nezdinde farklı anlamların yüklendiği tepkilere neden olmuştur.
Attila İlhan 'Ulusal Kültür Savaşı' adlı kitabında, Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki bu aydınlanma yöntemine itiraz ederek, 'orijinal ulusal kültür bileşimi yapamadığından' bahisle özellikle Atatürk sonrası uygulamaları eleştirir...
Öte yandan Milli Mücadele yıllarındaki yabancı istihbaratların, özellikle de İngiliz istihbaratının dezenformasyonunun ve kirletici bilgilerin tesiri ile, modernleşme çabaları insanların daha işin başında olumsuz tepkileri ile karşılaşmıştır.
Mesela bugünkü Fethullah Gülen'e denk düşen, daha sonra bir İngiliz ajanı olduğunu anladığımız İskilipli Atıf Hoca üzerinden Cumhuriyet'e yönelik büyük istismarlar yapılmış, dönemin aktörlerine ilişkin haksız ithamlarda bulunulmuştur. Bir kısım Muhafazakarın idolleştirdiği İskilipli Atıf Hoca, oysa Osmanlı'nın son dönemindeki tüm yenilikçi hareketlere ve Kuva-yi Milliye'ye bile karşı çıkmış, yabancı servislere hizmet ettiği kolayca anlaşılan, toplumu geri bıraktırma amacına yönelik çalışan bir figürdür.
Nihayet Osmanlı'da III. Selim döneminde başlayan ve Cumhuriyet'e kadar devam eden yenileşme hareketlerine karşı tutucu güçlerin direncinin, Cumhuriyet'te de gücünü koruyarak, günümüze kadar yoluna devam ettiğini görüyoruz.
21.YÜZYIL'DA TARTIŞMA DEVAM EDİYOR
Cumhuriyet tarihimiz boyunca, bürokrasi ile özdeşleşen tepeden inmeci uygulamalar, sağlıklı bir kentleşme ve sağlıklı bir sekülerleşme ile harmanlanamayınca ya da toplumun doğal süreçlerle dönüşümüne fırsat verilmeyince, sivil siyasetin oy hesaplarına dayalı popülist uygulamaların da tesiri ile, bahse konu kültür çatışması 21. Yüzyıl'a taşınmıştır.
Bugün siyasal alanda yaşadığımız kavgaların, rövanşist uygulamaların, kin ve nefret dili üzerinden oluşturulan çatışmaların ve kutuplaşmaların arka planında bu bitmeyen kültür savaşının izleri vardır.
Gerçi bu kavgada, kültür kaynaklı çatışmaların maskesi içinde dünün jakobenlerinin ve bugünün yeni egemenlerinin sermayeyi elde tutma ya da ele geçirme mücadelesinin, yani kendi zenginin yaratma çabalarının da özel bir yeri vardır. Bunu da ayrı bir yazı konusu yapmak gerekir.
DÖRDÜNCÜ TREN DE KAÇMAK ÜZERE
Netice itibarı ile, 4. Sanayi Devrimini, nesnelerin internetini, yapay zekayı konuştuğumuz robotik üretim çağında, hemen her alanda değişim ve dönüşümün baş döndürücü hızla gerçekleştiği bir dünyada, kültür temelli tartışmalarla zamanımızı ve enerjimizi harcamak, akla ziyan bir talihsizliktir.
İnanç, yaşam biçimi ve ideoloji eksenli kavgalar üzerinden harcadığımız enerji yüzünden, bireysel ve toplumsal kapasitemiz heba olmakta, insan gücümüz ve sosyal sermayemiz yeterince gelişememektedir.
Artık, birey haklarını, özgürlük alanını, şeffaflığı, düşünce ve inanç hürriyetini, hukukun üstünlüğünü ve demokrasiyi geliştirmemiz, zenginleştirmemiz ve derinleştirmemiz gerekiyor. Tartışma konularımızın temelini bunların oluşturması gerekiyor. Dünya ile rekabet edebilmenin vazgeçilemez ön koşulu budur.
Bu yüzden Türkiye'de başta siyaset kurumu olmak üzere, toplumun tüm kesimleri çatışma alanlarını kaşıyıcı, ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı tutum, davranış ve uygulamalardan uzaklaşmalı, kaçmakta olan 4.sanayi devrimi trenine yetişmek ve binmek için çaba sarf etmelidir. Esas milliyetçilik de, vatan sevgisi de budur...
Kültür temelli tartışmalarla, yaşam tarzı ve inanç eksenli kavgalarla, ideolojik çatışmalarla kaybedecek bir dakikamız bile yoktur.